Değer kavramı, üzerinde en çok tartışılabilecek, bununla birlikte bir sonuca bağlanması da en güç konulardan biri. Bunun temel nedeni, bu kavramı rasyonelleştirme çabalarının verimsizliğidir. Çünkü, herhangi bir kişiye, nesneye, düşünceye veya kavrama atfettiğimiz değer onu ne ölçüde karşılıyor, bilemeyiz. Verdiğimiz bu değer oldukça kişiseldir ve her zaman eleştirilebilir ve hiçbir zaman genel geçer de olamaz.
Sistematik bir yorum olabilmesi açısından, öncelikle Nassim Nicholas Taleb'in, "Siyah Kuğu" adlı kitabında değindiği "aşıristan" ve "vasatistan" kavramlarını açıklamak isterim. Aşıristan; fiyatlardan, ücretlerden oluşan değerler dünyasını niteliyor. Mesela; bir medya şahsiyeti veya ünlü bir sporcu milyon dolarlar kazanabilirken, sıradan bir ücretlinin işi onun bu değerlere ulaşmasına engel oluyor. Bu nedenle Taleb diyor ki; kapasite ve zaman sınırı olan işlerde çalışmayın. Örneğin bir restoran sahibi iseniz; kazancınızın daima bir üst sınırı vardır. Ne yaparsanız yapın masa sayısının doluluk oranına göre kazanabilirsiniz. Ayrıca, emeğinizin de bir üst sınırı vardır zoraki olarak. Ama bir portföy yöneticisi iseniz örneğin; sahip olduğunuz kazancın rakamları daha geniş bir bant arasında dalgalanır. Ama aşıristan'ın bir sakıncası da vardır; o da genelde kazananın her şeyi almasıdır. Mesela benzer müzikler yapan iki rock grubunun albümlerini almayı düşünen tüketiciler, popüler olan grubu, aynı fiyat tarifesi olmasına rağmen, popüler olmayana göre ezici bir üstünlükle tercih etmektedir.
"Vasatistan" ise, dar bir bant aralığında salınım gösterebilen dünyayı ifade eder. Örneğin, boy-kilo gibi fiziksel özellikler. Bir insanın 3 metre olmasını bekleyemeyiz. İnsan denen varlık çok büyük bir olaslıkla -neredeyse yüzde yüz- 2,5 metre'den kısadır. 500 kilo insan da bulamazsınız. İnsanlar eskiden, bu vasatistan dünyasında öne çıkmaya çalışırlardı. Örneğin olimpiyat yarışmacılarını ele alalım. 100 metreyi, bu şartlar altında 5 saniyede koşan bir atlet asla olamaz. Rekor kırılabilecek bile olsa bu milisaniyelerle ölçülecek cinstendir. Bir haltercinin kaldıracağı ağırlık sayısı 1 tona ulaşamaz. Böylece vasatistan, insanın sınırlı fiziksel özellikleriyle ön plana çıkmaya çalıştığı heyecansız bir dünyadır.
O yüzden modernizme geçen dünyada; vasatistan'dan aşıristan'a bir geçiş oldu. İnsanlar bugün, ellerinde hiç olmayan, miktarla bile değerler yaratıyor. Şirketlerin cazibesi de budur işte. "20. yüzyılın dini hukuktur" diyen Şeytan Al Pacino'nun parmak bastığı nokta da budur işte. Bugün dünyada toprak fetihleri değil, uluslararası şirketlerle değer transferi yapılıyor. Bugün bir ülkenin yüzölçümü ve toprak zenginliği, madenleri hatta tarihi eserleri bile önemli değildir. Artık şirketlerin bu değerlere hükmettiği bir dünyada yaşıyoruz.
Bir defa düşünün, 10 yılda milyarlarca dolar elde etmiş bir "google" projesi var. Sahipleri Larry Page ve Sergey Brin, bugün dünyanın en zenginleri listesinde başa oynuyorlar ve bu zenginliklerini hiçbir mirasa sahip olmadan, 10 yıllık bir proje ile gerçekleştirdiler. Bu herhangi bir savaştan çok daha karlı bir yatırım. Hiçbir yakın savaş bu kazancı sağlayamaz. Şirket olmanın gücüdür bu. Vasatistan dünyasından çıkıp, rakam ve istatisklerin, soyut bir dünyada inanılmaz dalgalandığı aşıristan dünyasına geçiştir bu. Bir şirket, bir devletten daha küçük, daha esnek, daha kontrolcü bir yapıdır. Irak'a giren ABD'nin, Hindistan'da ve diğer uzak doğu ülkelerinde fason üretim birimleri kuran Avrupa devletlerinin de temel amacı budur; "sınırlarınız sizin olsun; içindekileri ben yönettikten sonra"... 21. yüzyılda fetihler, değer yaratan her şeyin hissesini elinde bulundurmaktan geçiyor yani.
Üçüncü dünya ülkelerinin uyutulan halkları ucuz milliyetçilikle ve sınır kavgalarıyla boğuşa dursun; gerçek yöneticiler, gerçek fetihin önünü açmış durumda.