10/21/2015

Dinle Anadolu! Yitip giden senin hikâyendir..

Toprak bu, kaftanları yutar gelincikler kalır geriye..
Seçimlere giden yolun köprüden önceki son dönemecinde yansıyan Türkiye’nin fotoğrafı, yaşadığımız topraklara her zamankinden daha dikkatli bakmayı gerekli kılıyor…

Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik bunalımına doğru hızla sürüklenen, kamunun neredeyse tüm kaynaklarının yıkım projelerine ayrıldığı bir ülkede yitip gitmeye doğru yürüyor da yürüyoruz!

Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere AKP’li siyasilerin elinde Osmanlı ve dinden başta halka satacakları bir umut kalmadı. Başbakan Davutoğlu, sandığa sahip çıkmalarını istediği ‘ak gençliğe’ Uhud savaşını referans gösteriyor.

Cumhurun başı çok başka şeylerin telaşında..
kubad abad sarayından geriye kalanlar
Anadolu’nun bir zamanlar buğday üretilen ovaları ak saray bozması apartmanlarla işgal edilmiş durumda. Cumhuriyetin bütün kurumlarının içi boşaltılırken, TOKİ cumhuriyetinin cumhuruna dönüştürülen kalabalık, gelinciklerin, çimenlerin üstüne dökülen betonla inşa edilen evlerde Osmanlı tuğralı perdelerin arkasında Selçuklu motifli abajurlarla avunuyor…

Anadolu’ya kendine ‘Müslüman’ diyen yığınlar eliyle 24 saat güvenlik kameralarıyla izlenen muhafazakâr hapishaneler kuruluyor.

Denizli, Afyon, Isparta, Manisa, Konya, Kayseri…

Gidin bakın taşra kentlerine, derenin taşıyla ağacın kuşunu vurmayı gelenek haline getirmiş mücahit müteahhitlerin ucube siteleri; sokağımızı, evlerimizi, inancımızı, kimliğimizi işgal etmiş durumda!

1950’lerin Amerika’sındaki muhafazakâr orta sınıfın tüketim çılgınlığı bugünün Türkiye’sine nakledilmiş sanki. “Sıra bizde, biraz da biz tüketeceğiz” hoyratlığı binlerce yıllık inceliğimizin narinliğimizin üstünü örtüyor...


Hafta sonlarımız, göl kıyılarımız, parklarımız, sokaklarımız; Swarovski taşlarıyla süslenmiş, dibe vuran bir görgüsüzlüğün işgali altında!


Bir Emir Kusturica filminin tam ortasından geçiyoruz…


Yeryüzünün en güzel yaylaları, dereleri, koyları, kumsalları yağma hırsıyla geri dönüşü olmaksızın tahrip ediliyor. “Burada bir tuvalet ihtiyacı vardı” bahanesiyle koca bir ülkenin korunan alanlarının içine ediyorlar!


Bu, ‘medeniyet’ iddiasıyla yola çıkan bir gelenek olmaya çalışmış ama olamamış bir kısa süreli alışkanlığın iflasıdır!


İhtiras rüzgârlarıyla şişirilen yelkenlerin hızla belirsizliğe doğru sürüklediği iktidar gemisini terk edenlerin sayısı her geçen gün artıyor…


19 Mayıs kutlamaları geldiğinde karnımız ağrıyor..


Cumhuriyet kutlamalarında başı dönen bir zevatız şimdi..


Fetih şovlarına tutunmamız boşuna değil!


Geçmişini silip atabileceģimiz alternatif bir Türkiye istiyoruz..


Çünkü Cumhuriyet’in kazanımlarına her baktığımızda Mustafa Kemal’in izlerini görüyoruz.


Bu işte karşımızda duran muhteşem yüzyıl sosuna bulanmış yeni Türkiye, dünden, gerçeklikten korkan Türkiye.., geriye çok daha geriye, Osmanlı’nın bulutumsu, soyut ve belirsiz gölgelerinin içine girip kaybolmak istiyoruz..


Bu topraklarda, kendilerine ‘yeryüzünün hâkimi’ diyen, ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ diyen ne sultanlar geldi geçti…


Nice gelincikler çiğnendi yağız atların nallarıyla, nice başlar gövdelerinden ayrıldı keskin kılıçlarla; nice taht kavgaları, nice iktidar savaşları verildi de hepsi hiç olmamışlar gibi karışıp gittiler toprağın karnına…



Alaaddin Keykubad… Selçuklu’nun en kudretli Sultanı, yeryüzünün hakanıydı. 1235’te kendisine Beyşehir Gölü kıyısında tersanesi, külliyesi, göldeki adalarda köşkleri olan muhteşem bir saray yaptırdı: Kubad Abad… Dünyaya olan tutkusunu bu muhteşem maviliğin kıyısında pekiştirdi.Yaşama, Dedegöl’ün yamacında uzanan bu zümrüt ovanın kıyısından hükmetti…


Gün geldi, devran döndü, zamanın tozu örttü sultanın üstünü…


Şimdi taşlar kaldı o görkemli saraydan geriye. Bir de gelincikler. Milyon yıldır yerin yüzünde iktidar çizmeleriyle çiğnendikçe çoğalan, çoğaldıkça yerin yüzünü güldüren incelik, naiflik abidesi gelincikler…


Toprak bu. Kaftanları yuttu, gelincikler kaldı geriye…


O sarayların altında yatan milyarlarca gelincik tohumunu iyi ki de unutuyorlar!


Fotoğraflar: Kubad-Abad Sarayı / Yusuf Y.

bu sabah yağmur var.

Kendi kendime konuşuyorum, kusura bakmıyosunuz değil mi?










10/20/2015

le petit prince


"to me, you are still nothing more than a little boy who is just like a hundred thousand other little boys. and ı have no need of you. and you, on your part, have no need of me. to you ı am nothing more than a fox like a hundred thousand other foxes. but if you tame me, then we shall need each other. to me, you will be unique in all the world. to you, ı shall be unique in all the world....” der exupery küçük prens ağzından. ve de: “the most beautiful things in the world cannot be seen or touched, they are felt with the heart.”









sen de mi brütüs?





iç savaş


Çapına bakmadan ülke karıştırmaya çalışanların harladığı ateşin sonu.. Sünni-şii, arap-kürt-türkmen diye ayrışmanın sonucu.. Malesef ki yanı başımızda duran bir savaşın görüntüleri..

Öso, IŞID, vs gibi tayyip yanlısı bir oluşum başa geçseydi iç pazarda doymuş hatta sıkışmış yandaş müteahhitlere yepyeni bir pazar açılacaktı.. Böyle derin izleri, böyle derin stratejileri ve böyle de derin yaraları olan bir savaştan sonra ne Çin ne Rusya, Suriye'yi kimselere bırakmaz..

Görüntüler Call of Duty değil, müziğe aldanmayın. Görüntüler; Şam'a 10 km uzaklıktan.

10/18/2015

Sabahları ekmek, gazete alınır. Öğleden sonra deniz kabuklu plaja inilir. Ölesiye denize girilir..
Parmakların buruşunca, bi de karnın acıkınca eve gidilir. Annenin zoruyla uyunur. Sonra evlerin önüne inilir, kumdan kale, çamurdan baraj, bilumum bahçelerden toplanan salatalık domateslerle evcilik tencerelerine yemekler yapılır, bisiklet yarışlarıyla aynı gün içinde 45 defa düşülür, o çocuk dizler o yara kabuklarından bir türlü kurtulamazdı..
Sonra akşam olur, nolur 10'da geliyim'lerle dolu bir akşam yemeği yenir.yaş hala küçükse gidilir duvarda çekirdek yiye yiye bütün gece oturulur, yaş büyüdüyse göksu diskoya gidilir, dr.alban no coke eşliğinde sallanılır, göz hep kapıda ya da saatte olur.yaş biraz daha büyükse makyaj yapma denemeleri sonucu en güzel bişey giyilir, fm'e gidilir, bira söyleyip 3'e bölmek büyüklük sayılır, beklenir de beklenirdi. Jandarma gelene kadar, enver abi; hadi siz çıkın diyene kadardı bütün o sabahları olmayan geceler ;)
Benim sokakta oynama alışkanlığım yok..o yüzden ben herşeyini iple çekerdim tatlısuyun. Karnelerin alındığı günle okulların açıldığı güne kadarki araya hayat sığdırmaya çalışırdık. Tatlısu benim ebedi alışkanlığım.yine gelirim, yeni gelirim, hep gelirim..:)