9/20/2017

Bu saatte yazıyorum sevgili günlük görünümlü blog... senden de özür dilerim, kapağına başlığına niş/rafine girişine fln aldırmadan baya baya günlük muamelesi yapıyorum ki açtığım günlerde diyordum ki teknoloji üssü yapıcam, silikon vadisinin Türkiye şubesi olacak vs... olamadın. benim hayatım da senin kariyerin önündeki engellerden biri olabilir tabi... gün geldi senin kafana vurdum, gün geldi bağrış çağrışlarimın sessiz şahitliğini susup kelimeleri hapsetmek zorunda kaldın, müslüm gürses'e katlandın, bergen'le tanıştın, bon jovi'nin It's my life'iyla coştun... seninle ilan ettim, seninle üzgünüm dedim, seninle affediyorum dedim seninle affetmiyorum dedim... yani demem o ki sen beni bi 3-4 yıldır çekiyorsun. Istanbul hayatimi da biliyorsun. Daha 2-3 hafta once istanbulda yaşanır mı yaaee die oturup mutfak masasinda yandan geçen yolun tem mi e-5 mi olduğunu tartişmadik mi senle... ev kiralarından şikayet etmedim mi. babam hastalanmış bişey yap demedim mi? hepsini dedim. Bu bir bileşke. sen benim içimdekileri yazıp tutup kimseye söylemezsen ben de sana iyi davranır ve Ocak'a kadar belki daha inivatif hedefler koyarım. Mutlu olursun sen de. Hayatta herşey karşılıklı değil mi? ya da herseyin bi bedeli yok mu? senin domain ve hosting olayını ödemesem ben de mesela, öle poposunu görmüş kedi gibi sokakta kalabilirsin kış günü...
(Şaka yapıyorum, sana öle bişey yapmam)
Bu akşam sanırım sana ayırmak istedim. Fotoğraflar aradım koymak için. Ve şu anda eski fotoğraflarıma doğru gidiyorum. Evet ben de kendini hiç beğenmeme, degersiz hissetme günlerindeyim. Bunu da cekiyorsun. Belki de hormonal bişeydir (literaturde böle bişi var mı acaba) Kendini 0 beğenmeden ötürü de yeni fotoğraflarimin hicbirisi güzel değil sanki, eskiler de değil. ben değilim işte😊

ve dunyanın en çirkin hisseden kadini olarak ben şimdi bu kadar yazıyı çok alakasız bir sonla bitirmek.istiyorum. Aşk ďört harftir...