12/27/2012

Masters of Money!

Her bankerin yazılmış bir tarihi vardır; fakat bir tanesi tarih
yazmıştır" 

- J.A Robson - 

Heinrich Heine tarafından "para zamanımızın tanrısıdır ve Rothschild onun peygamberidir" şeklinde tarif edilen aile. Dostoyevski'nin delikanlı romanını yazmasının tek nedeni...

Derlenen kaynaklara göre; doğrudan kontrol ettikleri para trilyonlarca dolardır.  Dünyanın en zengin adamı olarak bildiğimiz Bill Gates bile söz konusu Rotschild ailesi olunca işçi sınıfı gibi kalıyor.. Fed'in gerçek sahipleridir. Fed'de basılan her dolar aslında Rothschild'ların Amerikan hükümetine verdiği borcun senedidir. Amerika'daki iç borçlanmanın rekor seviyede olmasının baş müsebbibiler. Şöyle ki dolar basıp bunu Amerikan Hükümetine kredi olarak verirler, Amerikan hükümeti de bu parayı yine aynı ailenin yarattığı yıkımları temizlemek için kullanır. Ama aslında; bu şekilde sadece bir sonraki yıkımın daha şiddetli olmasının altyapısını hazırlarlar..
Güncel olarak; Abd, Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya, British Virgin Islands, Kanada, Channel Islands, Hollanda, Fransa, Almanya, Yunanistan, Hindistan,Endonezya, İsrail, İtalya, Japonya, Luksemburg, Malezya, Meksika, Yeni Zelanda, Çin, Hong Kong, Polonya, Portekiz, Katar,Rusya, Singapur, Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri, Monako ve İngiltere'de "en az" bir bizzat kendilerine ait ofisleri bulunan Rotschild Group..
Global olmak tam olarak böyle birşey işte..

________________________________________________

200 yıl önce 'ticarete' başlayan aileyi bazı tarihçiler 'Avrupa'nın diktatörleri' diye tanımlıyor.
Alman asıllı Musevi bankerler ailesi... servetleri (2000 başında) 3 trilyon dolar olarak tahmin ediliyor. 1800’lü yılların başında Almanya'nın ticari merkezlerinden Frankfurt’ta ticari hayatlarına başlayan Rothschildler saray eşrafına girerek kısa zamanda büyük paralar kazandılar. Fransız ordularından kaçan alman prensinin hazinesini çok defalar Rothschildler’e emanet ettiği, ailenin bu fırsatı kullanarak servet edindiği iddialar arasında. Rothschildler o yıllarda yapılan savaşlarda, düşman tarafları destekleyerek savaşın ardından büyük rantlar elde ettiler. savaş tazminatları Rothschildler'in bankaları üzerinden ödendi. savaş sırasında borç verdikleri ülkelerin altyapı projelerinden de önemli paylar aldılar. aile üyeleri çeşitli ülkelerin ticari merkezle dağıldı. ancak bağlarını hiç koparmadılar.

Alman tarihçi Werner Sombart, 'Jews and Modern Capitalizm' adlı kitabında "1820 sonrasında dönem Rothschildler’ın çağı olarak bilinir" diyor.
Eti Holding başmüfettişi Galip Türkmen'in yaptığı araştırma, Rothschildlerın telekom sektöründe dünya tekeli olduğunu ortaya koyuyor. Türkmen'in Denetim Dergisi'nde yayınlanan araştırmasında; Telekomda özelleştirme rüzgarını Rothschildler ve çevresinde kurulu finans ağının gerçekleştirdiği, tüm dünyada telekomların belli plan çerçevesinde birbirine entegre edildiği yer alıyor. Ayrıca Türkmen'in konuyla ilgili, Küreselleşmenin madencilikteki amiral gemisi Rio Tinto ve  Bor pazar yapısını ve ilişkileri inceleyen yazısı da okunmalı:

http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?PHPSESSID=1f6b169942db96d1a53e55c7643d3c2c&topic=267.msg371#msg371

Rothschildler OECD, IMF gibi kuruluşlar aracılığıyla telekom özelleştirmesini empoze ediyor. Tek dünya devleti kurma hayalinde olanların, telekomünikasyon sistemine sahip olmadan bunu başaramayacağını anlatan Türkmen, Rothschildlerin, ulusal telekomünikasyon sistemlerini entegre edecekleri global bir yapı oluşturduklarını belirtiyor.
İletişim, internet ağları, e-ticaret gibi vazgeçilmez hizmetleriyle telekomünikasyon sistemi, stratejik öneminin yanında, bankalara sürekli para akışı sağlaması açısından da çok değerli.

______________________________

Rothschild hanedanliginin savas ticareti, napolyon'un, ingiltere ile yaptigi waterloo savasi'yla basladi. waterloo savasi'nda ingiltere'ye mal kaciran ve birlikleri finanse eden aile bir yandan da her iki tarafa yuksek faizlerle borc veriyordu. 1820'lerden sonra finans cevrelerinde su yargi genel bir inanc haline gelmisti: avrupa'da tek guc vardir, bu da rothschild'lerdir. 
etkileri o kadar gucluydu ki, hicbir savas rothschild'lerin yardimi olmadan gerceklesemezdi. politika ve ticarette oyle guclu bir pozisyona yukseldiler ki bir anlamda avrupa'nin diktatorleri oldular. ingiliz kraliyet ailesini cin'le savasa ikna etmeyi basaran lord rothschild, finans icin de soz verdi. "afyon savasi"nin ardindan, aile hong kong'un kontrolunu odul olarak aldi. burada kurduklari hsbc, sadece rothschild'lerin para baronlugunu dunya uzerinde tescillenmesini saglamadi, ay zamanda afyon ticaretinin de kontrolunu beraberinde getirdi. osmanli topraklarinin cozulmesi ile birlikte rothschild hanedanligi iki koldan orta dogu'ya sizmaya basladi. bir kolunu irak'in olusturdugu sizmanin en onemli nedeni, mezopotamya' daki zengin petrol yataklariydi. rothschild'ler, bolgenin guneyinde ise siyonizm'i siyasal agirlik merkezi haline getirdi. 
filistin topraklarinin osmanli imparatorlugu' ndan ayrilmasinin ardindan harekete gecen lord rothschild, ingiliz hukumetine baski uygulayarak, israil'in kurulmasina start veren balfour bildirisi'nin (1917) yayinlanmasinda etkili oldu 
filistin topraklarinin osmanli imparatorlugu' ndan ayrilmasinin ardindan harekete gecen lord rothschild, ingiliz hukumetine baski uygulayarak, israil'in kurulmasina start veren balfour bildirisi'nin (1917) yayinlanmasinda etkili oldu eger rothschild ailesi, buna karsi koyarsa, herhangi bir avrupa ulkesinin ciddi bir savasa girebilecegine inanan var mi gercekten?" basta j.p. morgan olmak uzere rothschild'lerin amerika'daki uzantilari olan finans kurumlari, once "dawes plani" sonra da "young plani" ile 1924 yilindan sonra almanya'yi adeta paraya bogdu ve boylece kisa bir sure icinde, yerle bir olan bu ulke, hitler'in inanilmaz yukselisine zemin hazirladi. rothschild ailesi'nin finanse ettigi i.g farben sirketi, yahudi toplama kamplarinda kullanilan olumcul gazlari naziler icin uretti. bir cok alman sirketin yani sira hitler'e destek veren amerikan sermayesi arasinda general motors, dupont ve ford gibi devler de bulunuyor. rus car'a karsi bolsevik ihtilali'ni finanse eden rothschild'ler, rockefeller ile birlikte hazar petrollerini cikartmak icin imtiyaz aldi. 
tum dunya abd'nin, saddam huseyin'in silahsizlandirilmas i veya irak'in demokratiklestirilm esinden ziyade, bu ulkedeki zengin petrol yataklarinin pesinde oldugunu biliyor. irak 115 milyar varil ile kesinlesmis petrol rezervleri bakimindan suudi arabistan'in arkasindan dunyada ikinci sirada yeraliyor. ancak kesinlesmemis rezervle birlikte irak'in toplam petrol kapasitesinin 250 milyar varili buldugu tahmin ediliyor. abd ve ingiltere'nin istahini kabartan bu buyuk pastanin tutari yaklasik 7 trilyon dolari buluyor. bu muazzam servet, sadece abd ve ingiltere'nin istahini kabartmiyor; bircok devletinkinden daha buyuk butcelere sahip dev sirketleri ve zengin aileleri de yakindan ilgilendiriyor. tipki, yaklasik iki yuz yildir yasanan savaslarin ve kanli ic catismalarin bircogunun finansoru ve ganimetcisi rothschild ailesi gibi.. sermayesinin savaslar ve kan oldugu bilinen, servetinin bugun 3 trilyon dolar oldugu tahmin edilen rothschild hanedanligi, dunya bankacilik ve finans sisteminin kurucusu olarak biliniyor. sahip olduklari yuzlerce sirket ile iki yuz yildir dunyanin finans ve siyasal dengelerini elinde tutan aile, bircok katliamin da finansoru olarak taniniyor. 
bu donemde paris'teki tum bankerlerin servetlerinin toplami 300 milyon frank iken, rothschild'lerin sadece bu sehirdeki sermayesi, 600 milyon franki buluyordu. lionel nathan ingiliz meclisi'ne secilen ilk yahudi'ydi ve oglu nathan mayer (1840-1915) ilk baron rothschild oldu. . 
savas tuccarligindan paranin efendiligine almanya'dan ingiltere'ye gocen yahudi mayer ainschel rothschild (1743-1812) ve paris, londra, frankfurt, napoli ve viyana'ya gonderdigi 5 oglunun (amschel mayer, salomon, nathan, kalmann, jakob mayer) bankerlik kariyeri ile temelleri atilan hanedanligin savas ticareti, napolyon'un ingiltere ile yaptigi waterloo savasi'yla basladi. waterloo savasi'nda ingiltere'ye mal kaciran ve birlikleri finanse eden nathan mayer (1777-1836), bu donemde bir yandan savasi finanse ederken diger yandan da hukumetlere yuksek faizlerle borc para veriyordu. waterloo savasi'nin sona ermesi ve napolyon'un kaybettigi haberi yine nathan rothschild'in guvercinleri sayesinde ilk olarak ingiltere'de duyuldu. nathan mayer, waterloo'daki ingiliz zaferini, kurdugu erken istihbarat agi sayesinde cok onceden ogrendi ve londra borsasina kosarak aldigi hisseleri ertesi gun cok buyuk miktarla satarak bir gecede inanilmaz bir servet elde etti. kardeslerinin yardimi ile nathan mayer, ayrica ispanya'daki ingiliz ordusunu finanse etmek amaciyla fransa'dan altin da tasidi. bu cabalari, nathan'a ingiliz hazinesi'nin temsilcisi unvanini kazandirdi. savasin sonunda, rothschild ailesi fransa ve avusturya'ya borc vermeye basladi. bu donemde paris'teki tum bankerlerin servetlerinin toplami 300 milyon frank iken, rothschild'lerin sadece bu sehirdeki sermayesi, 600 milyon franki buluyordu. lionel nathan ingiliz meclisi'ne secilen ilk yahudi'ydi ve oglu nathan mayer (1840-1915) ilk baron rothschild oldu. 
avrupa'nin diktatorleri 
rothschild'lerin kurduklari bu hanedan agi, onlara buyuk bir ekonomik guc getirdi. alman tarihci werner sombart, jews and modern capitalism (yahudiler ve modern kapitalizm) adli kitabinda soyle der: "1820 sonrasindaki donem 'rothschild' lerin cagi' olarak bilinir. oyle ki yuzyilin ortasinda finans cevrelerinde su yargi genel bir inanc haline gelmisti: avrupa'da tek guc vardir, bu da rothschild'lerdir. " john reeves ise, the rothschilds; the financial rulers of nations (rothschild' ler: ulkelerin finans patronu) adli kitabinda soyle diyor: nathan rothschild'in ingiliz hukumetine ilk yardimi 1819'daydi ve 60 milyon dolarlik borc verdi; 1818-1832 arasinda 105.400.000 dolar miktarinda sekiz adet borc daha verdi; asagi yukari 700 milyon dolarlik 18 adet hukumet borcu olusturdu. etkileri o kadar gucluydu ki hicbir savas rothschild'lerin yardimi olmadan gerceklesemezdi. politika ve ticaret dunyasinda oyle guclu bir pozisyona yukseldiler ki bir anlamda avrupa'nin diktatorleri oldular." 
afyon savasi ve dunya liderligi 
avrupa kitasinda bircok hukumeti borcla haraca baglayan ve servetlerine servet katan rothschild hanedanligi "afyon savasi" ile cin ve uzakdogu'yla tanisti. bu donemde cin'de afyon ticareti yapan ingiliz tuccarlarin cin imparatorlugu ile ters dusmesinin ardindan, ingiliz tuccarlar ingiliz kraliyeti'nin destegini almak uzere rothschild ailesine basvurmustu. ingiliz kraliyet ailesini ikna etmeyi basaran lord rothschild, cin'e karsi yapilan "afyon savasi"ni (1840) finanse etmeyi taahhut etti. cin'in maglubiyeti ile biten savasin ardindan savasin finansoru olan rothschild ailesi, ingiliz hakimiyetine gecen hong kong'un kontrolunu yardimlarinin karsiligi olarak aldi. yeni hong kong'da ilk onemli sirket olarak kurulan hong kong shangai bank corporation (hsbc) sadece rothschild'lerin para baronlugunu dunya uzerinde tescillemesini saglamamis, ayni zamanda cin'deki afyon pazarini da tekeline almasini saglamistir. balfour bildirisi ve israil'in kurulusu rothschild ailesi icin 19. yuzyilin ilk yillari en yogun gecen yillar olmus; bir yandan almanya'da sanayi devrimi sonrasi siemens, bosch, aeg, krupps gibi bircok sirketin kurulusunu finanse etmis, diger yandan amerika kitasina gecerek altin ugruna yerli katliamlarinda onemli roller ustlenmisti. amerika kitasinin yeralti zenginliklerini kesfeden rothschild'ler, ilgisini altin ve diger madenlere kanalize etti. rothschild hanedanliginin bugun dunya altin ve elmas gibi yeralti kaynaklarinin yuzde 40'ina tek basina sahip olmasinin temelleri o yillarda atildi. 19. yuzyilin ilk yillari rothschild'ler icin ortadogu'ya acilmalari acisindan da onemli olmustur. osmanli topraklarinin cozulmesi ile birlikte rothschild hanedanligi iki koldan orta dogu'ya sizmaya basladi. bir kolunu irak'in olusturdugu sizmanin en onemli nedenini, mezopotamya' daki zengin petrol yataklari olusturdu. rothschild'ler bp-amoco firmasi ve royal duth shell ile irak pazarina girdi. sermaye hareketini orta dogu'nun kuzeyine kaydiran lord rothschild, bolgenin guneyinde ise siyonizm'i siyasal agirlik merkezi haline getirdi. filistin topraklarinin osmanli imparatorlugu' ndan ayrilmasinin ardindan harekete gecen lord rothschild, ingiliz hukumetine baski uygulayarak israil'in kurulmasina start veren balfour bildirisi'nin (1917) yayinlanmasini sagladi. ingiltere disisleri bakani sir balfour'un adini tasiyan bu belgeyle, birinci dunya savasi ile osmanli'nin elinden alinan filistin'de bir "yahudi vatani" kurma hedefinin desteklendigi aciklaniyordu. lord rothschild, yahudi devleti'nin siyasi olusumuna zemin ararken diger yandan da kurdugu 2 milyon sterlinlik fon ile filistin topraklarinin satin alinmasini organize etti. cok kisa bir zaman icinde filistin topraklarinin en verimli bolgeleri, bu fon sayesinde yahudilerin eline gecti. 
birinci dunya savasi 
bircok unlu tarihcinin bu donemdeki ortak kanisi, 18. ve 19. yuzyillarda avrupa kitasi dahil dunyanin herhangi bir yerinde savaslarin rothschild'lerin onayi ile baslatildigi ve onay gelmese asla bir savasin cikmasinin mumkun olamayacagi yonundeydi. amerikali unlu tarihci hannah arendt, "the origins of totalitarianism" (totalitarizmin kokenleri) adli kitabinda rothschild'lerin gucune deginirken 19. yuzyilda pekcok devlet adaminin gunluklerine yeni bir savas cikmayacagini, cunku rothschild'lerin simdilik boyle birsey istemediklerini yazdiklarina dikkat cekiyor. arendt, ozellikle tarihci j. a. robson'in imperialism (emperyalizm) adli kitabinda yazdigi su satirlarin altini ciziyor: "eger rothschild ailesi, buna karsi koyarsa, herhangi bir avrupa ulkesinin ciddi bir savasa girebilecegine inanan var mi gercekten?" bu, rothschild'lerin tek baslarina bir devlet kadar guc elde ettikleri anlamina geliyordu. isin bir baska ilginc yani da rothschild'lerin bu kazanclarinin cogu kez baskalarinin yikimini getirmesiydi. .. yerel savaslarin hakimi durumundaki rothschildler, ayni zamanda birinci dunya savasi'nin perde arkasindaki en onemli guc konumunda bulunuyordu. amerikali yazar eustace mullins, "the world order: our secret rulers" (yeni dunyanin duzenleyicileri) adli kitabinda, birinci dunya savasi ile rothschild'ler arasidaki baglantiyi kurarken savas sonunda olusan durumun dikkatle incelenmesi gerektigini vurguluyor. osmanli imparatorlugu' nun parcalanmasi ve buna bagli olarak yeni cizilen ortadogu haritasi ile carlik rusyasi'nin dagilma surecine girmesinin dunyayi yeniden sekillendiren gelismeler oldugunu kaydeden mullins, rothschild'lerin savasan her iki tarafi da yonlendirdigini, kitabinda bahsettigi finansorler arasindaki hiyerarsik iliskiye dayanarak soyluyor. mullins'e gore, iliskinin hiyerarsik olmasi ise yahudi finansorler arasinda asirlardir suren bir gelenek. birinci dunya savasi'nin gectigi yillarda ise hiyerarsinin tepesinde yahudi finans dunyasinin bir numarasi olan rothschild'ler oturuyordu. 
rothschild'in parasi hitler'in sermayesi oldu 
birinci dunya savasi'nin ardindan ekonomik anlamda yerle bir olan almanya'nin yeniden insasi da amerikali finans cevrelerine ihale edildi. basta j.p. morgan olmak uzere rothschild'lerin amerika'daki uzantilari olan finans kurumlari, once "dawes plani" sonra da "young plani" ile 1924 yilindan sonra almanya'yi adeta paraya bogdu ve boylece kisa bir sure icinde yerle bir olan bu ulke, hitler'in inanilmaz yukselisine zemin hazirladi. hitler'in savastan onceki yillarda inanilmaz savunma harcamalari ve buyuyen askeri gucu rothschild hanedanliginin onayi ve yardimlariyla olusturuldu. amerikali tarihci anthony c. sutton'un "wall street and the rise of hitler" (wall street ve hitler'in yukselisi) kitabinda bu donemi ozetlerken amerikali finans kuruluslarinin sadece almanya'nin yeniden yapilanmasi icin degil, bilincli bir bicimde hitler ve onunla birlikte yeni bir canavarin dogusunu da sagladiklarini kaydediyor. 
nazi gazlarina yahudi sermayesi 
ikinci dunya savasi oncesinde almanya'nin parlayan yildizi kimya ve ilac sektoruydu. ozellikle bu alanda almanya'da ortaya cikan sirketler sadece avrupa'nin degil, tum dunyanin kimya ve ilac alanlarinda bir kartel olusturdu. bunlar arasinda en buyugu rothschild'lerin finanse ettigi ve digerlerinden farkli bir konuma sahip olan i.g. farben firmasi'ydi. i.g farben, komurden benzin uretmenin yontemini gelistirerek, bu bulusunu amerikali standart oil sirketi ile imzaladigi anlasmayla daha da gelistirdi. david rockefeller' in, standart oil sirketi (514 bin hisse) ile ortak oldugu ve rothschild ailesi'nin finanse ettigi i.g farben firmasi, daha sonra gelistirdigi urunlerle once alman sanayisini beslerken daha sonra toplama kamplarinda kullanilan olumcul gazlari naziler icin uretti. bircok alman sirketin yanisira hitler'e destek veren amerikan sermayesi arasinda general motors, dupont ve ford gibi devler de bulunuyor. almanya'da her iki dunya savasinda yasananlarin bir benzeri rusya'da, bu kez daha buyuk bir capta karsimiza cikiyor. rusya topraklarindaki zengin yeralti zenginliklerini ele gecirmeye hevesli sirketler, rus cari'na karsi olusacak bir ayaklanmayi finanse etmekten cekinmediler. bolsevik ihtilali'nin (1918) basari ile sona ermesi ve rus cari'nin idam edilmesinin ardindan isyancilarla ilk anlasma imzalayan ve hazar petrolleri'nin cikarilmasi icin imtiyaz elde eden sirket standart oil (rockefeller) oldu. isyanin finanse edilmesinden hazar petrollerinin cikartilmasina kadar, rockefeller ile birlikte bu isten en karli cikan aile ise savaslarla para kazanmak konusunda oldukca tecrubelenen rothschild hanedani oldu. kara kitada 1 milyon olu insan afrika'da 90'li yillarda ruanda ve burundi'deki ic catismalarda 1 milyondan fazla kisinin oldugu katliamlar yasandi. buradan parlayan olaylar, zaire'ye sicramis ve mobutu sese seko'nun devrilmesiyle sonuclanmisti. ilk bakista hutu ile tutsi kabileleri arasindaki etnik farklilikla aciklanan savasin temelinde aslinda cok baska bir neden vardi: elmas. 1 milyondan fazla kisinin olumune, yuz binlerce insanin goc etmesine neden olan bu ic savasin perde arkasindaki mimari, dunyanin en buyuk altin ve elmas ureticisi olan rothschild hanedanligina ait debeers firmasi'ydi. on binlerce insanin olumune neden olan savasin sahnelendigi ulke ise, dunyanin en onemli elmas yataklarina sahip 5 ulkeden birisiydi... bugun serveti 3 trilyon dolari asan rothschild hanedanligi dunyanin en buyuk ilk 10 bankasinin 3 tanesine sahip. dunya yeralti zenginliklerinin yuzde 40'ina da bu aile hukmediyor. aile bireyleri kendilerini vakfa veya bilime adamis gozukmesine ragmen, basta yahudi george soros gibi bircok para baronu rothschild'lerin emri altinda. dillere destan bu servet ve itibarin gerisinde ise okyanuslari dolduran kan, vahset ve dunya savaslari var... 
osmanli rothschild'lere borclandi 
osmanli ekonomisi, rothschild hanedanligi ile ilk kez ruslar'a karsi yapilan kirim savasi'nda (1853-1856) tanisti. osmanli imparatorlugu, savasi finanse etmek icin londrali bankerlerden yuksek faizle borc aldi. (24 agustos 1854) ingiliz bankerlerden yuzde 6 faizle 3.000.000 sterlin alan osmanli tarihindeki bu ilk borcuna karsilik misir'dan alinan vergiyi teminat gostermisti. yine 27 haziran 1855'te ikinci bir anlasma ile osmanli yonetimi, kirim harbi masraflarini karsilayamadigi icin rothschild araciligi ile ingiltere'den borc aldi. misir vergisi, suriye ve izmir gumruk gelirlerinin teminat olarak gosterildigi anlasmayla osmanli yonetimi, 5.500.000 lira borc aldi. bu borclanmalarinin ardindan da osmanli'nin ekonomik cokusu hizlandi. 
"novus ordo seclorum" (yeni dunya duzeni) 
ikinci dunya savasinin sona ermesi yeni sinirlarin cizilmesine neden oldu. yeni ulkeler dogdu ki bunlarin en basinda israil geliyor. israil acisindan sadece sinirlarinin cizilmesi degil, bir baska anlami daha vardi ikinci dunya savasi'nin. rothschild hanedanliginin baskisi sonunda yayinlanan balfour bildirisi, filistin topraklarinin osmanli hakimiyetinden alinmasini ve bir devletin kurulmasini belki saglamisti ama gerekli yahudi nufus yogunlugu istenilen seviyeye getirilememisti. ikinci dunya savasi, satin alinan topraklardaki hizli nufus artisinin da istenilen seviyeye gelmesini sagladi. savas sonunda en az bilinen fakat en onemli konulardan birisi de savasin amerika uzerindeki agir maliyetiydi. ikinci dunya savasi amerika'ya 400 milyar dolara mal oldu. bu maliyeti karsilayamayan abd butcesi 200 milyar dolar acik verince, basta rothschild olmak uzere onunla birlikte hareket eden bankerler, "yeni amerika"yi yani "yeni dunya duzeni"ni finanse etmeye basladi...
Alıntı ve derlemedir. 
______________________________

İşin derin ve çetrefilli tarafını bir yana bırakırsak bu ailenin yaptıkları her işte başarılı olmuşlar... Bunun sebebi de çoğunlukla yetenekleri keşfederek onlar üzerinden para kazanmaları. En basit haliyle Acun Ilıcalının acayip enteresan adamlar bulup yarışma programı yapması gibi.. Petrolün henüz çok yeni olduğu bir dönemde bu aile tanker üretip deniz taşımacılığı yapan iki sade ortağın projesini hayata geçirmişler. Hemde yıl 1900 bile olmamışken. Zenginin malı züğürdün çenesi durumunu düşünerek şöyle diyeyim, biri sana para kazandıracak yetenekteyse ve sen ona gereken ilgi , para vs.. verirsen en büyük sen olursun. çünkü neticede bu dünyada insan zekasından daha verimli birşey yok...

Paranın alım gücünün yerini silahların alım gücünün aldığı bir dünyada bu ve benzeri ailelerin eskisi gibi özgürce at koşturması söz konusu olacak mı? Son 10 yıldır tüm dünyada kopan kıyametin sebebi mücadele sahasının finans alanından resmen boks ringine taşınmış olmasıdır.


Okumanız İçin :

http://tr.wikipedia.org/wiki/Rothschild_ailesi 

http://en.wikipedia.org/wiki/Rothschild_family

http://www.erichufschmid.net/TFC/Rothschild-timeline-revised-excerpt.html

http://wealthmanagementandtrust.rothschild.com/page.aspx?id=55

http://www.rothschild.com/

http://en.wikipedia.org/wiki/Genealogy_of_the_Rothschild_family

http://www.prisonplanet.com/jacob-rothschild-john-paulson-and-george-soros-are-all-betting-that-financial-disaster-is-coming.html

http://www.iamthewitness.com/DarylBradfordSmith_Rothschild.htm


http://ekonomi.haberturk.com/finans-borsa/haber/746828-paranin-patronlari-el-sikisti

İzlemeniz İçin:





Beni 3 yıl önce konuyu okumaya sevketmiş kitap, halen satışı var:

























Bu soyağacı anlaşıldığı gibi:


























































































































































______________________________


‎"Dün zekiydim, dünyayı değiştirmek isterdim. Ama bugün akıllıyım, kendimi değiştiriyorum."

Mevlana Muhammed Celaleddin-i Rumi (1207 - 1273)


12/26/2012

söylemek fiilinin emir kipiyle çekilmiş hali - şarkı ismi yazıp da dramatik mesaj vermemek için çırpınmış acemi blogger



Uyumadan önce bisey daha dinliyim ama ben acmiyim youtube secsin deyip 4.sarki calsin dersen bu calar :) arama cubuguna muazzez ersoy yazmiycaksin ama.. öyle bi önkoşulu var evrenin.
deep impact..
good night vietnam!









Duvarlar konuşmuyor Anne!


















Akşam akşam hıçkıra hıçkıra ağlatmıştır.
Ne varsa güzellikten yana bölüştüm, büyümüştüm.
Yusuf Hayaloğlu şiiri..
Hem öksüz hem yetim kalmış şarkıdır gün itibariyle
1987 yılı, Yorgun Demokrat albümünün açılış parçası demiş..
O perde bugün kapandı.

Hani sevincim nerde, akvaryumum, kanaryam, aldılar kitapları sorgusuz..
Hani gençliğim Anne!


Öyle bi iş arkadaşım var ki.. 1 saattir müthiş, akıl ötesi excelleriyle hayatımı anlamlı kıldı.. Bu özelliğini çok önceleri farketmiştim ama.. bu kadar değildi sanki hiç birşey.. :)

yaklaşık 7 yıldır minimum 5 Liradan üst limit olmaksızın resmi, faturalı,faturasız, gayri resmi, eşine, çocuklarına hatta bayramda ziyarete gittiği akrabalarına hediye aldığı tatlı ücretlerine kadar herşeyi excel'de tutmak !

Çocuk kontör almadın diyor, al bak 06.06.1999 saat 17:43'te almışım.. yapıyor ve de bunu, uyguluyor yani hayatında.

Atalarının excel'ini tutmuş.. şimdi Adana'ya dönmeyi bekliyor tamamlamak için, memleketi çünkü.
3 kuşak önceki babaanne Hatice, ama tanımlanamamış ne olduğu belli olmayan bi kısım hısım akraba da var ortalıkta. Babaannenin adı Hatice değil de X olunca formulasyona göre diğer torun ve torun çocukları giriyor devreye.. bilinmiyorlar çünkü :) e Hatice Hanım'dan da değilller, Allah Rahmetini eylesin bu arada..

Dünya kupası tutuluyor tabi, es geçmek olmaz.. bu kadar excel'e yakışan genel bişey yok.. olasılıklar sayfa sayfa verilmiş. Almanya - İtalya 1-0 olursa yarı finale kalacak takım hemen yeşil.. Sayfalarca sayfalarca olasılık..

Adana Demirsporun en çok gol atanları, en az gol atanları, sezonları, istatistikleri, faulleri, hangi deplasmanda en çok, en az gol yediği fln.. yıllardır olanlar hem de. Bilseler Adana Demirspora specialist olarak alırlar. onun kadar kimse bilemez, bilemez!

İşim gereği trados, kbabel fln kullandım hep tabi. Excel'i, Lotus Notes'u, PIRS'i, SQL ve Access gibi veritabanlı programları (neler biliyorum nelerrr, yazdım işte herşeyi bilirim, hiçbişeyi de tam bilmem:) kişisel meraklarım sayesinde fln öğrendim, 5 yıldır da iyi kötü kullanıyorum işte. Ama inancım şu ki, excel hem çok zevklidir, hergün başka bişeyini farkedersiniz, hem de her iş yerindeki herkes standart olması gerekenin %10'u kadar excel ve yabancı dil (ay İngilizce tabiki, heveslendiniz mi İspanyolca, İtalyanca, Fransızca fln'dır diye, dandik olnlar dandik. bilseniz de olacak bilmeseniz de) bilgisine sahip olsa işler müthiş yürür.

Yaklaşık olarak yaptığım 2 yıllık Bandırma, Meslek Lisesi İngilizce Öğretmenliği deneyimlerimden anladığım: am/is/are'ı artık bırakın arkadaş.. Hala uluslararası çalışan şirketlerde invoice nedir, revenue nedir bilmeden dolaşan meslek erbapları var. Çocuk grafikerlik okuyor tutup yaz anısını yazdırıyorsun, napıcan yazın naptığını, boşver! Ben de azıcık değişik izlediğim ve müfredata bağlı kal(a)madığım okul idarelerinden aldığım tepkiler sonucu dedim ki amaaaaan ben gidiyorum, siz simple present'tan devam beyler! (14 Şubat'ta İngilizce aşkını ifade etme mektubu yazmayı ben öğrettim ama, kabul. Globalleşen dünya, napalım, belki işleri düşer gençlerin?:)

Demem o ki; o müfredatları hala böyle hazırlayanların ben.. hala liselerde bilgisayar derslerinde bilgisayar öğretmeni on/off tuşunu, temel fonksiyonları fln gösterip sonra da çanakkale filmleri izletiyor yıl boyunca ne hoş di mi.. Ya da eşek kadar Meslek Lisesi öğrencisi 30 bilmem kaçıncı eğitim haftasında present perfect tense öğreniyor. Neymiş; az önce boyanmış bi sandalyeye oturduğunda yakın geçmiş olduğundan boya kurumamış olurmuş. Hala ıslak diyebilirmişsin. Sandalyenin geçmişte değil de az önce boyandığını nasıl söyleyecekmişsin. Boşversene! Biz söyleriz onu, sen check-in'i öğret önce.. Ya da en azından excel'de sum-up nasıl yapacak onu. 

Bağlarım ben! böle bağlarım işte.. meslek lisesi memleket meselesi.. İş arkadaşımdan girerim, müfredattan çıkarım :) Alsınlar artık o mikrofunu L.Kırca'dan bana versinler, bana versinlerrr !


Meilleures salutations,

Saludos,

Saluti,


Yukarda 3 dilde Saygılar yazmaktadır. Hala bilmeyeniniz varsa diye şeyettim..


Merve






















12/25/2012

bu aklımdaydı dünden beri
















Salut!

evet bu aklımdaydı dünden beri..

Fransızca matematik..

formation mathématique..

90,99, 999, 9999 gibi sayıların yazılı ya da sözlü ifade edilmeye çalışıldığında acı çekileceğini düşündüğüm..

öğretirken önce böyle öğretirler, tahtaya yazdığım gibi:

99 + 98 = 197
99 ( yani 4 * 20 + 19 ) + 98 ( yani 4 * 20 + 18 ) = 197 ( 100+ 4 tane 20 + 17 )
yazılışta ise;
quatre-vingt-dix-neuf (99) plus (+) quatre-vingt-dix-huit (98) = cent (100) -quatre-vingt-dix-sept (97)

97 demek istiyorsanız önce içindeki yirmilikleri ayırırsınız - quatre vingt (4 tane yirmi)

sonra figür 100 ol(a)madığı için ardışıklarla üstünü tamamlarsınız - dix (10) - sept (7)

ya da yetmiş .. soixante - dix'tir. yani altmış - on, yani 3 tane 20 ve bir 10!


Nedir?Fransızca'da 100'e kadar olan bir sayıyı ancak önce yirminin katlarıyla (bahse konu sayıya olan en yakın 20 katıyla ve sonra yine 10'a kadarki ardışıkları ekleyerek ifade edersiniz). Kendi başına bir 15 bile yoktur Fransızcada. diğer bütün dillerde öyle diyeceksiniz değil mi, değil işte! diğer sistemlerde onluk ifade edebilirken ondalık basamak arttıkça, Fransızca'da edemezsiniz. Geleneksel Fransızca ile matematik eğitimi almış insanlar akıllarının içinde bile ayırıp düşünürler. bir Fransız, Türkçe düşünerek 15 deseydi, bütünlemeden önce, bir tane 10; 1 tane 5 diye düşünecekti..

Ve aslında eğitimin dili değil anlayışıdır Fransızca!
neyin neden yapıldığını anlamaya ve anlatabilmeye dayalıdır.
Matematik dersine girip de türeve, integrale şapşal gözlerle bakmayı engeller; henüz diferansiyel denklemleri öğrenmeden mekanik problemlerini çözmeye yardımcı olur. Çünkü Fransızca matematik eğitimi ezbere değil, kavramaya dayalıdır.

NEDEN? Çünkü eski avrupa halkları matematikte decimal sistem yerine vigesimal sistem kullanıyorlardı. (Bknz: Decimal 10'luk / Vigesimal 20'lik)

fln fln.. daha çok anlatırım, susuyorum. Bu arada ben 29 yaşındayım ve en son 14 yıl önce matematik dersi gördüm. Yukarda hata varsa, affola!

Anlatabildiğim kadar işte. Fransızlar özel ilişkilerindeki sabrı burdan alıyorlar sanırım, evet.


Meilleures salutations
Merve,



12/21/2012

Cadılar!

Korku.

Kaybetme, yalnız kalma, ötekine yenilme, tercih edilmeme, ezilme, başaramama, aç kalma, doyamama, düşme, ölme korkusu...

Ne bileyim... Onlarca yazabilirim...

Korku üretmekten kolayı var mı? Üretilmiş korkudan kolay sığınılacak bahane de yok üstelik...

“Gözüme tehlikeli görünüyor” dedin mi bitti gitti...

İçimizdeki onlarca korkudan birine hitap ediyordur muhakkak... O yüzden gözümüze tehlikeli görünen o kişiyi “yakmayı” tercih ediyoruz..

Birinin tanıklığına en az iki kişinin eşlik etmesi yeterli ve de bir şifacıyı “cadı” kılıp yakmaya...

_______________________________________________________________________

Yukarısı işin soyut kısmıydı tabi, dün gece ben de bi cadıyı yaktım:) somut kısmına gelince....:
Orta Çağ’da kasaba meydanında kurulurmuş ateşler...
ve Çok tanrılı dönemin bilge kişisi kabul edilen büyücüler, ortaçağda kilisenin yorumuyla "şeytanın uşağı" cadılara dönüştüler. Önce, bütün aksiliklerin sorumlusu olarak yaratıldılar (!) sonra da engizisyon mahkemelerinde öldürüldüler.Her ne kadar bugün dünya onları televizyon dizilerinden burunlarını oynatarak istedikleri her şeyi yapabilen tatlı yaratıklar olarak tanısa da cadılar, özellikle ortaçağda birçok kimsenin korkulu rüyasıydı. Geceleri dolaşarak kötülük yaptıklarına inanılan 50 yaşlarında, dul, tırnakları uzun, pis ve şehvet düşkünü kadınlar için kullanılan cadı tanımlaması aslında bir dinin nasıl yozlaştırılabileceğinin en iyi örneklerinden birini de oluşturuyor. Peki neden kadınlar? Çünkü Kitab-ı Mukaddes'te, "Efsuncu kadını yaşatmayacaksın" (Çıkış 22:18) hükmü yer alıyor. Aziz Augustine göre, 'havai güçler' olan iblisler göklerden aşağı süzülerek kadınlarla cinsel ilişkiye giriyorlardı. İşte cadılar, bu yasak ilişkinin ürünüydü.
Cadılık inancının tarihi, ilk insan topluluklarına dayansa da, Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlığı kabul etmesinden sonra kabusa dönüşmeye başlıyor. Şehirler, bu tek tanrılı dinin yayılmasına karşı çıkmazken, köylerde çoktanrıcılık devam ediyor. Ancak bu, kilisenin, Pagan adı verilen köylüleri şeytanla işbirliği yapan cadılar olarak tanımlamasına neden oluyor. Kilise, 1233'te, mezhep sapkınlıklarını önlemek ve Hıristiyanlıktan uzaklaşan tarikatlarla uğraşmak için engizisyonu kuruyor. Tabii cadılar da bu mahkemelerden nasibini alıyor. Araştırmacı yazar ve tarihçi Giovanni Scognamillo "Medeniyetler Çatışmasında Batı'nın İnanç Temelleri" adlı kitabında engizisyon mahkemeleri ile ilgili şunları anlatıyor: 
Engizisyon mahkemeleri
"1834'e kadar süren bu mahkemelerde, papaların kararları ve desteği ile kilise, tarihin en kanlı ve korkunç sahifelerini katliamlar ve işkenceler ile dolduruyor. Dini bir kuruluş olan engizisyon, bağlı olduğu kurumu, hiçbir şeyden kaçınmadan ve hiç kimseden korkmadan vargücüyle savunuyor. Cadılık adı altında siyasi çıkarları destekleyerek, kilisenin en korkutucu silahı oluyor. Jeanne d'Arc, cadı olarak yakılıyor." (Jeanne d'Arc: Fransız halk kahramanı. Erkek kılığına girerek İngiliz işgaline karşı savaşmış; esir düştükten sonra diri diri yakılmış. Engizisyon tarafından dine karşı gelmek ve büyücülük yapmakla suçlanan Jeanne d'Arc, 1920'de Vatikan tarafından azize olarak kutsanmış.)
Amerikalı Fizikçi Carl Sagan da, "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" adlı kitabında, "Cinselliği bastırılmış, erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor" yorumunu yapıyor.
Aslında, M.S. 1000 yıllarında, havada uçan cadı gibi yaratıkların olmadığını, cadıların süpürgeye binmelerini şeytanın yarattığı bir hayal olarak kabul eden kilise, 500 yıl sonra bu kez böyle düşünenlerin şeytanla işbirliği yaptığını kabul ediyor. Papa 8. Innocentius'un 1484 tarihli fermanıyla birlikte tüm Avrupa'da cadıların sistematik olarak suçlanması, işkence görmesi ve idam edilmesi süreci başlıyor. Üstelik işkence aletleri rahiplerce kutsanıyor. 1487'de iki papaz tarafından yazılan "Cadıların Tokmağı" adlı kitapta, cadıların nasıl meydana çıkarılacağı ve cinlerle ilişki kurduklarını itiraf etmeleri için hangi işkencelerin yapılacağı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Kitapta, "Acaba cinler tek başlarına kötülük yapabilirler mi, yoksa bir cadının yardımı gerekir mi?" sorusuna "Onlar mutlaka kendilerine yardım etsin diye birisini bulup kandırır ve onun vasıtasıyla kötülüklerini daha etkili biçimde yayarlar" cevabı verilerek halktan kimin cadı olduğunu tahmin edip hemen bildirmeleri isteniyor.
Mahkeme giderleri de cadılara ait!
Carl Sagan, "Cadıların Tokmağı"nı, "işkencecinin teknik el kitabı" olarak niteliyor ve cadı yargıçlarının bir ellerinde bu kitap, diğer ellerinde de Papa'nın fermanı ile Avrupa'nın her yerinde mantar gibi türediklerini yazıyor. Cadı avının kısa sürede bir gider hesabı yutturmacasına döndüğünü belirten Sagan, şu bilgileri veriyor:
"Tüm soruşturma, dava ve infazların giderleri, davalının kendisinden ya da akrabalarından alınıyordu. Cadıyı avlamak üzere görevlendirilmiş casusların ödülü, gardiyanların şarabı, yargıçların şöleni, daha deneyimli işkenceci getirmek için görevlendirilenin yol giderleri, odun, katran ve celladın ipi, giderler arasındaydı. Mahkeme heyetinin üyelerine, yaktırdıkları her cadı için ikramiye de ödeniyordu. İdam edilen cadının mal varlığı, eğer geriye bir şeyi kalmışsa, kilise ve devlet arasında bölüşülüyordu. Bu yasa ile toplumsal ahlak onaylı kitle cinayeti ve hırsızlık kurumsallaştıkça, çevresinde büyük çaplı bürokrasi oluşarak, ilgi alanı yoksul acuzeler olmaktan çıkıp orta sınıftan dişe gelir kadın ve erkekler olmaya başladı."
16'ncı yüzyılda cadı avı çılgınlığı en üst seviyelere ulaşıyor. O yıllardaki büyük buhran ve ekonomik krizin yarattığı infiali de önlemek için korku ve baskı yaratılmaya karar veriliyor. Bunun için de cadılar (büyücüler) seçiliyor ve sanki her şeyin nedeni cadılarmış gibi gösteriliyor. Giovanni Scognamillo bu dönemi şöyle anlatıyor:
"Savaşları, veba salgınları, açlığı, sefaleti, vahşiliği ile ortaçağ; çileli, sert, acımasız bir çağdır. Kilisenin yaymak istediği bilgileri adeta unutarak yeni bir düzen kurmak amacıyla hakimiyetini sağlamlaştırmak istemesi, eski medeniyetlerin, ilkel toplumların bilgini sayılan büyücüleri 'cadı'ya dönüştürür. Artık o, şeytanın bir aracısı, bir uşağıdır."
Scognamillo ayrıca, Fransız tarihçi Michelet'in "Cadılar" adlı eserinde, "Büyücü (cadı) hangi dönemde doğuyor, sorusuna ben, umutsuzluk döneminde bu normal, diye cevap veriyorum. Tereddüt etmeden, kilise dünyasının yarattığı derin umutsuzluktan, diyorum. Cadı, kilisenin suçudur" şeklinde yazdığını da belirtiyor.
Cadı oldukları nasıl anlaşılıyor? 
Aslında cadılıkla suçlanmak için öyle olağanüstü bir nedene de gerek yoktu. Birinin vücudunun herhangi bir yerinde beni ya da doğum lekesi varsa, bu, o kişinin şeytanla işbirliği yaptığının kesin kanıtı sayılıyordu. Ya da ormanda yabani otlar toplayıp sebze çorbası yapan kadınlar, emri altındaki cinlere ziyafet vermekle suçlanıp cezalandırılıyordu. Eğer bir kadın, kilisedeki ayin sırasında esnerse, kadının içindeki cinin kutsal sözleri duyup kaçmaya çalıştığı düşünülüyordu. Birisinin cadı olup olmadığını anlamak için hıristiyan dünyasında yapılan işlemler de ilginçlik gösteriyor. Örneğin, vaftiz suyuna atılıp da batmayanlar, vaftiz suyunun onları istemediği gerekçesiyle cadı sayılıyotlar. Cadılığın olmadığını söylemek ise, İncil'i inkar etmek anlamına bile gelebiliyor.
Ünlü hukukçu William Blackstone, 1765 tarihli "İngiltere Yasaları Üzerine Yorumlar" adlı eserinde şöyle yazdığı belirtiliyor:
"Cadılık ve büyücülüğün, bırakınız gerçekten varolduğunu reddetmeyi, olabilirliğini tartışmak kalkışmak; Tanrı'ının, hem eski, hem de Yeni Ahit'in çeşitli bölümlerinde tekrarlanan sözüyle düpedüz çelişmek anlamına gelir."
"Bir cadının yaşamı için uğraş vermemelisiniz" diyen İncil'e uygun olarak yapılan bir işlem de cadıların yakılarak öldürülmeleriydi. Bu infaz şekli, "Kilise kan dökmekten nefret eder" diyen kilise yasaları ile uyum sağlamak amacıyla kutsal engizisyonca benimsenmitti. benimsenmişti 
Sadece Avrupa'da görülmüyor!
Ortaçağı izleyen Rönesans'da da durum değişmiyor. Şeytan ve uşakları 17. yüzyılda Eski Dünya'dan Yeni Dünya'ya sıçrıyorlar. 1645 ve 1692'de Amerika'da Salem kasabasında 19 cadı ölüme mahkum ediliyor. Fransız devrimi ile cadılar ve büyücüler, şeytanlık özelliklerinden çok şey kaybediyorlar; ceza kanununda sadece birer dolandırıcı sayılıyorlar.
Ortaçağ Avrupası'nda yaşanan "cadı avı"yla ilgili son araştırmalardan biri de araştırmacı Haydar Akın'a ait. Akın, Almanya'da yazılı kaynaklar, mahkeme tutanakları ve diğer belgelere dayanarak yazdığı, "Ortaçağ Avrupasında Cadılar ve Cadı Avı" adlı kitapta 1430-1780 yılları arasında, yaşlı ve kimsesiz kadınlarla başlayan ancak erkekler, çocuklar hatta din adamları olmak üzere geniş bir kesime yayılan bu av sonucunda 50 bin kişinin öldürüldüğünü ortaya koyuyor.
Cadılık inancına eski Türklerde de rastlanıyor. İnanışa göre, cadı hortlamış bir insandır. Hortlamasına sebep olarak ise, ya gömülmeden ışıksız bir odada bırakılması ya da ölünün üzerinden kedi atlaması gösterilmiş. Günümüzde de hala Afrika'daki Barotse kabilesinde, Yeni Zelanda'daki Maori kabilesinde, Guetemala'daki Kişe Kızılderililerinde genel olarak cadılık inancı bulunuyor. Bunun yanı sıra Amerika'da 31 Ekim gecesi günümüzde bir geleneksel şenlik olarak Cadılar Bayramı olarak kutlanıyor. Amerikalıların Halloween dedikleri cadılar bayramının kökeni ise, M.Ö. 5'inci yüzyıl İrlanda'sına dayanıyor. İrlanda'nın Celtic bölgesinde yaz mevsiminin sonu olarak 31 Ekim kabul edilirdi. İnanışa göre, o sene içinde ölenlerin vücutsuz kalan ruhları 31 Ekim gecesi kendilerine yeni bir vücut aramak için gelirlerdi. Herkes, bedenini bu ruhlara kaptırmamak için, evini ruhları korkutup kaçırtacak şekilde düzenler; mumlar yakıp hayalet kostümleri giyerdi.
Engizisyon mahkemeleri 
"1834'e kadar süren bu mahkemelerde, papaların kararları ve desteği ile kilise, tarihin en kanlı ve korkunç sahifelerini katliamlar ve işkenceler ile dolduruyor. Dini bir kuruluş olan engizisyon, bağlı olduğu kurumu, hiçbir şeyden kaçınmadan ve hiç kimseden korkmadan vargücüyle savunuyor. Cadılık adı altında siyasi çıkarları destekleyerek, kilisenin en korkutucu silahı oluyor. Jeanne d'Arc, cadı olarak yakılıyor." (Jeanne d'Arc: Fransız halk kahramanı. Erkek kılığına girerek İngiliz işgaline karşı savaşmış; esir düştükten sonra diri diri yakılmış. Engizisyon tarafından dine karşı gelmek ve büyücülük yapmakla suçlanan Jeanne d'Arc, 1920'de Vatikan tarafından azize olarak kutsanmış.)
Amerikalı Fizikçi Carl Sagan da, "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" adlı kitabında, "Cinselliği bastırılmış, erkek egemen bir toplumda, yargıçları bekar kalmaya mahkum edilmiş rahipler tarafından gelen bir ortamdan bekleneceği gibi, engizisyonda güçlü cinsel ve kadın düşmanı öğelerin de söz konusu olduğu biliniyor" yorumunu yapıyor.
Aslında, M.S. 1000 yıllarında, havada uçan cadı gibi yaratıkların olmadığını, cadıların süpürgeye binmelerini şeytanın yarattığı bir hayal olarak kabul eden kilise, 500 yıl sonra bu kez böyle düşünenlerin şeytanla işbirliği yaptığını kabul ediyor. Papa 8. Innocentius'un 1484 tarihli fermanıyla birlikte tüm Avrupa'da cadıların sistematik olarak suçlanması, işkence görmesi ve idam edilmesi süreci başlıyor. Üstelik işkence aletleri rahiplerce kutsanıyor. 1487'de iki papaz tarafından yazılan "Cadıların Tokmağı" adlı kitapta, cadıların nasıl meydana çıkarılacağı ve cinlerle ilişki kurduklarını itiraf etmeleri için hangi işkencelerin yapılacağı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor. Kitapta, "Acaba cinler tek başlarına kötülük yapabilirler mi, yoksa bir cadının yardımı gerekir mi?" sorusuna "Onlar mutlaka kendilerine yardım etsin diye birisini bulup kandırır ve onun vasıtasıyla kötülüklerini daha etkili biçimde yayarlar" cevabı verilerek halktan kimin cadı olduğunu tahmin edip hemen bildirmeleri isteniyor.Asya'da CadılıkHindistan: Doğa üstü güçlerin varlığına dair olan inançlar, Hindistan'da hâlâ çok güçlüdür. Orissa kentinde cadıların kurmuş olduğu pek çok dernek ve cadıların cezalandırılmasına karşı seslerini yükseltmek için birleşen cadıların kurduğu pek çok sendika vardır.
Japonya: Japonya'da, the Şamanizm'e benzeyen din, Şinto dini, Budizm'le yoğun bir etkileşim içinde olduğundan, Japonya'da cadılığa karşı asla olumsuz bir yargı oluşmamıştır.Orta Asya:Cadılık, 1500'lü yıllardan beri Kazakistan ve Tacikistan'da uygulanmaktadır. Yaygın inanışlardan biri, bir insan ölürse, ruhunun onu öldüren cadıya geçeceğidir.
Cadı Avı
Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti.
1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.
Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.
Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.
14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir- yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir.
Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü. ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü.
Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor.

Alıntıdır.

Bu da History Channel Cadı Belgeseli: http://www.youtube.com/watch?v=rUmBkE5H8BA

Bu da Wiki : http://tr.wikipedia.org/wiki/Cad%C4%B1

alt linklere de bakılmalı Salem Cadı Olayları gayet ilginç..

Bu da dailymail : http://www.dailymail.co.uk/news/article-2041671/800-year-old-remains-witch-discovered-graveyard-Tuscany-Italy.html

Benden de dipnot: Evet, Bütün kadınlar melektir aslında sadece kanatları kırıldığında süpürgelerine binerler artık. hepsi bu!




Finally this is my witch song since years and years! I'm the princess of dramatization ;)





dünyanın en tuhaf mahluku!

























akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

1947 n.h.r
yok

12/19/2012

Martin Luther King - I have a dream




Halk arasında Martin Luther King olarak bilinen Martin Luther King Jr tarafindan 29 agustos 1963'te yapilan, Lincoln Memorial'ın önünde toplanan 200.000'i aşkın insanın tanık olduğu Amarikan tarihini değiştiren konuşmalardan biri.. 
...every valley shall be exalted, every hill and mountain shall be made low, the rough places will be made plain, and the crooked places will be made straight, and the glory of the lord shall be revealed, and all flesh shall see it together... kısmı İncil'den alıntıdır.

Metne burdan ulaşabilirsiniz..
http://www.thekingcenter.org/archive

Sadece sizler seçme hakkınızı kendi ruhunuza değilde başkalarına endeksli olarak kullandınız.
Donanın.
Para ile.
Güzellik ile.
Ekonomi fonları ile.
Zirveye oynayın.
Her şeye sahip olun.
Çünkü her şeyiniz olabilir ama hiçbir zaman 'kendiniz' olamayacaksınız.


















Ridiculous is the new remarkable (S.Godin)

Ten years ago, in Purple Cow, I argued that in a media-saturated marketplace, there was no room for average products for average people to gain the same foothold that they used to. Merely pushing an idea via relentless ad spend is no longer sufficient. The alternative: remarkable products and services, where 'remarkable' means something that someone is making a remark about.When someone remarks on what you're doing, the word spreads, replacing the predictable and expensive Mad-Men strategy of advertising with the unpredictable but potentially magical effect of significant word of mouth--ideas that spread win.
But what makes something remarkable?


Last month, I self-published an 800-page, 19-pound book, a book big enough to kill a small mammal if misused. It's not for sale, but those that received a copy via Kickstarter have postedabout it, talked about it and even made videos.
The nicest thing anyone told me was that it was, "ridiculous."
Of course it was. It weighs too much, it cost me too much to ship it to the recipients. It's too big to bring to the beach and will probably disintegrate under its own weight over time.
It's ridiculous to not sell a book this cool at retail after you've gone to the trouble of making it, and ridiculous to spend that much time making something at a loss.
It turns out that most of what we choose to talk about today is ridiculous. The dramatically overproduced music video. The business model that is so generous that we can't imagine it succeeding. The painter who produces a new painting every single day.
Hugh's cartoons are ridiculous, of course, as is his promiscuous non-business business model.
The audacity of caring too much, sharing too much and connecting too much.
If it's not ridiculous, it's hard to imagine it resonating with the people who will invest time and energy to spread the word. The magic irony is that the ridiculous plan is actually the most sensible...
We can view the term ridiculous as an insult from the keeper of normal, a put-down from the person who seeks to maintain the status quo and avoid even the contemplation of failure.
Or we embrace ridiculous as the sign that maybe, just maybe, we're being generous, daring, creative and silly. You know, remarkable.
Two more thoughts on this:
Ridiculous isn't safe. If you do something ridiculous and you fail, people get to say, "you idiot, of course you failed, what you were doing was ridiculous." Which is precisely why it's so rare. Not because we are unable to imagine being ridiculous, but because we're afraid to be.
And second...
Don't be ridiculous because it's a clever marketing strategy. No, be ridiculous because while the effectiveness allows you to be, the real intent is to be generous or thrilling or to touch some stars. Because you can.


S.Godin

Deliliğin karizmasından, sözüm ona marjinalliğinden nemalanmak gibi olmasın ama galiba delirdim. Gel gör isterim ki deliler hastanesine yatsam bile bana deli denmesin. Delilikte tıpkı aşk gibi içi boşalmış bir söylem. Fotograf çekinirken arkadaşının kafasına arkadan parmaklarla eşşek kulağı yapan herkese facebook'da "delisiniz siz yaa :))))))" yorumu yapılmış. Oklavasına kılıf örene "kız tülay allah seni kahretmesin deli bu ayol :D:D" denilen bir dünyaya deli getirmek istemiyorum. Başka bir şey densin bana, kelli densin, felli densin, de deyli dala dulada damburleyli dap dup densin ama deli denmesin. Lütfen buna itina gösterin..



ben çok konuşkan bir insanım, konudan konuya atladığım zamanlarda da, aynı konu üzerinde yoğunlaşmış olsam da sınırsız sürelerce konuşmaktan çekinmem. hep anlatacak bir şeyler bulurum. vereceğim örnek bitmez, ortaya atacağım hipotezler bitmez. beni dinleyen biri olduğu sürece anlatacağım şeyler bitmez.

eskiden her konuda herkese her şeyi söyleyebilen bir insandım, fakat olgunlaştığım için mi bilmiyorum ama artık herkese her şeyi ağzımdan çıkmasını istediğim gibi söyleyemiyorum. bazı şeyleri sadece davranışlarımla ifade etmem gerektiğini hissediyorum. sus, söyleme, yapman gerektiğini yap ve anlaşıl. belki bu olgunlaşmaktır, belki de bir bunalım belirtisi olarak içe kapanma. bilemiyorum.

ama diyemiyorum bazı şeyleri. dile gelemeyen şeyleri söylemekten mi çekiniyorum alacağım olumsuz ya da nötr cevaplardan korktuğum için, yoksa kendime mi güvenemiyorum iyi bir insan olduğuma dair, bilemiyorum. belki de egom bir itiraf için fazla şişkin ya da kırılmaya dair fazlaca zayıfladı zayıf psikolojimle.

insan hayallerinde kurduklarıyla yaşayabildiği bir dünyayı hep ister, ütopiktir. herşeyin toz pembe ya da bembeyaz olduğu. ben de hayallerimin kararacağı ya da toz pembenin üstüne su damladığındaki bulanıklaşmasını istemiyorum belki de.

tek bildiğim şey var, ben iyi niyetli biri olursam, sonunda güzel şeyler yaşayacağım.



Ölülerin Reytingi Yüksektir

Fyodor Dostoyevski.. Hep içine kapanıktı. Yazdığı dönemlerde pek okunmuyordu. Hastalandığında bile yanında yalnızca bir kaç dostu ve bakıcısı vardı. Öldükten sonra cenazesine binlerce kişi katıldı..

Franz Kafka.. Hep yalnızdı. Kadınlarla alakalı şansı hiç yaver gitmedi. Yazdığı dönemde memurluk yapardı ve gazetede yazdığı kadarıyla tanınıyordu. Ölmeden önce yanında yalnızca en yakın dostu ve onun karısı vardı. Ölümünden sonra şimdi onu milyonlarca kişi tanıyor.


Friedrich Nietzsche.. Hep suskundu. Yazdığı dönemde içine kapanmayı severdi ve hep eleştrilirdi. Frengi hastalığının onu delirtmesi ve bünyesini çökertmesi sonucu yatalak oldu. Yanında yalnızca kız kardeşi ve bakıcısı vardı. Ölümünden sonra tüm tabular yıkıldı ve şimdi onu milyonlar biliyor.

Sokrates.. Yaşadığı dönemde yalnızca bilge adam diye biliniyordu ve bu yüzden herkesin nefretini kazandı. Mütevazılığını ve haklılığını suistimal eden halkı onu idama mahkum etti. Yanında yalnızca öğrencilerinden Platon vardı. Ölümünden sonra milyonlarca insan tarafından tanındı ve felsefenin yapı taşlarından olarak görülüyor.

Federico Garcia Lorca.. İspanya iç savaşında gayet barışçı ve optimist eserleriyle ülkesini kalkındırmaya çalıştı. En yakın dostları Salvador Dali ve Luis Bunuel'di. Tanınıyordu. İç savaş esnasında herkes onu terketti. Franco'nun adamları tarafından katledildi. Öldükten sonra dünyanın en iyi şairlerinden kabul edildi.

Edgar Allan Poe.. Erken yaşta ailesini kaybetti ve evlatlık verildi. Gençliğinde içki , kumarla haşır neşir oldu. Kendisinden daha ünlü karısının gölgesinde kaldı. Zamanının bilimadamları tarafından nefret ediliyordu. Tek başına bir hayat sürüyordu. Öldü ve onun gibi bir minimalist amerikan yazarı daha dünyaya gelmedi.

Sylvia Plath.. Hayatı boyunca Manik-Depresif ile boğuştu. Evlendi ve izole bir hayat yaşadı. Kafasını fırına sokarak intihar etti ve dünya üzerindeki en iyi kadın şairlerinden biri olarak nitelendiriliyor.

Uzağa gitmeye gerek yok..

Oğuz Atay.. Türk edebiyatına inanılmaz katkıları oldu. Yenilikçi bir yazı tekniği vardı. Beyninde bir tümör çıktı. Sağlığında hiç bir kitabı 2. baskıya ulaşamıyordu. Ölümünden kısa bir süre sonra milyonlar sattı.

Ahmet Kaya.. Belli bir kitlesi olan ses sanatçısıydı. Kökenini açıkladıktan sonra tüm Türkiye tarafından siktiredildi. Ölümünden sonra tüm o siktireden insanlar onun şarkılarıyla yeniden insanlığını hatırlıyor..

Hrant Dink.. Çok az kişi bilir onun Malatya'da doğduğunu. Oysa biz insanları doğduğu memlekete göre yargılayan bir millettik. Yayınevi ve kırtasiye işletiyordu. Fazla okunmuyordu. Vuruldu. Onu hiç okumamış görmemiş ''ben dahil'' onu milyonlarca kişi savundu.

Ömer Kavur.. Türk sinemasına getirdiği yenilikler ile tanındı. O dönemde onu hiç kimse anlamadı. Eleştirildi. Ölümünden sonra entellektül kesim dahil çoğu insan onun filmlerini hayretlerle izlemeye devam ediyor..

Bu liste uzar gider.
Ama bu liste bana ölümlerin istatistikleşmiş hallerini anlatmıyor.
Bu liste insanların aptallıklarının bir grafiğiymiş gibi geliyor.

Bizler , varlığını önemsemediğimiz herşeyin yokluğu ile mahvolacak kadar aptal yaratılmışız.
Bizler , delirttiğimiz siktirettiğimiz boşverdiğimiz her detayın arkasından ağıtlar yakacak kadar yüzsüzüz.
Ve ölüm bize vurulması gereken bir tokat olmak yerine insanların söylediği son söz , geç kalınmışlığa vurulmuş en iyi damga oldu.
Ölüm , insanlara sesini duyurmaya yönelik bir reklama dönüşmüş.

Gelin bana insanların asil yaratıldığını savunun şimdi.

hiçbirşeyimsin



sen benim hiçbirşeyimsim, lüzumundan fazla beyaz, varlığın anlaşılmaz, yalnızlığın öldüresiye çirkin, hiçbirşeyimsin..sana yazdıklarımdan çok daha az.. uykumun arasında çağırdığım çocukluk sesimle ağlayarak, ne çok çığlıkların silemediği, hiçbir sevişmek yaşamışlığım
sen benim hiçbirşeyimsin.



12/18/2012

Merhaba, ben Johnny Cash!

Sesi insanin ruhuna iyi gelen adam.. Her konseri baslangici "merhaba, ben Johnny Cash" diye selamlayan insanlari..
ve bana bunu yillar once ogreten, hem de nasil acikli bir hikayeyle ogreten sevgili X'e.. ( kendi adinin anilmasini istemedigi icin..)
yine bir baska bol isikli gecede yuz kisinin karsisinda "I walk the line" soylememe sebep olmus..
Kisisel hikayesinin dinamikleri sonucunda keskin hristiyanliga donus yapmis.. ustune yazdiklariyla daha bi etkilemis fln fln.. ayni kadinin pesinden omru boyunca kosar mi bi erkek peki?
neyse, bu sarkilarda kaba, ikonik bir adamin bitmek bilmeyen bir vicdan azabinin oykusu var. her birinde hem de, ama ben de simdi sadece 'hurt' var, 





http://www.sansursuzhaber.com/iran-halkina-yasak-ama-ona-degil_245561

http://www.teknoblog.com/internet/iranin-dini-lideri-ayetullah-ali-hamaney-resmi-yasaga-ragmen-facebookta-yerini-aldi.html

https://twitter.com/SayyidKhamenei

bazı şeyler tamı tamına bazı şeyler hep eksik, nasıl olacak bu işler Günseli?

                                         



Paris vs. New York

http://vimeo.com/49545320



















Arka Mahalle'deki "bağıra bağıra yazdım seni içime bir kez olsun yüzünü güldüremedim" dizesiyle;

Ayrılığın Hediyesi'ndeki  

"kafamı duvara vurmadan 
tanıyabilmek seni
beyninin içindekileri anlayabilmek
ve yitirmeden, yüzündeki anlık tebessümü
bütün saatleri öylece durdurabilmek için
çıldırasıya paraladım kendimi
lanet olsun"

dizelerinin arasındaki benzer 10 sitemi bulunuz.


soyadı kanunu

1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her Türk kendine bir soyadı alacaktı.Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı..Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar.Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine 'çevikel' soyadını almıştı.Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'nesin' soyadını aldım. Herkes 'nesin' diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.

Aziz Nesin

Gökten elmalar düşmüş...
Ne olduğunu bilenlerin başına...!

tıp tarihi

M. Ö. 2000 ..... Al bu otu ye.
M. S. 1000 ...... O ot kötü, al bu duayı oku.
M. S. 1250 ...... O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M. S. 1500 ...... O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M. S. 1750 ...... O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M. S. 2000 ...... O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye.

hayatınız seçtiğiniz kadındır

Harun Reşit savaşta esir aldığı düşman Generale : 

-Hayatını bağışlarım ama bir şartım var , der.
'Kadınlar hayatta en çok ne ister?' budur bilmek istediğim...
Bu sorunun yanıtını getir kurtar kelleni der.

General sorar soruşturur bu çetin sorunun yanıtını aramaya başlar
ve Kafdağındaki bir cadının bunu bildiğini öğrenir....
Günlerce gecelerce at koşturur, cadıyı bulur ve sorar:

-Kadınlar hayatta en çok ne ister?

Korkunç cadı yanıt için öyle bir şart ileri sürer ki
yenilir yutulur cinsten değil.....

-Evlen benimle!!!!....
O zaman öğrenirsin ancak istediğini...


Bu ölümcül teklifi kabul eder General ve doğru yanıtı alır almaz
koşar Harun Reşit'e ve :

-Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek ister!.

Harun Reşit Generalin hayatını bağışlar
ancak cadıya da evlenmek için söz vermiştir.
Neyse evlenirler. İlk gece General bir bakar ki , o korkunç cadı
dünyalar güzeli bir afete dönüşmüş karanlık odada..
Konuşur cadı :

- Benim kaderim böyle....
Günün sadece yarısı güzel olabilirim ,
diğer yarısı çirkinim der.
Ne dersin? Geceleri seninleyken mi güzel olayım ,
yoksa gündüzleri dışardayken mi?..

General düşünür ve :
sen bilirsin kararı kendin ver der.
İşte o an korkunç cadı sonsuzadek güzel bir kadın olarak kalır....

Peki bu öyküden çıkarılacak 3 ders nedir???

1.Kadınlar en çok kendi özgür iradeleriyle hareket etmek isterler.
2.Özgür iradesiyle hareket eden bir kadın her zaman güzeldir.
3.İster güzel olsun, ister çirkin olsun her kadın aslında bir cadıdır ;)

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..
Zevkli bir kadına rastlarsanız zevkiniz,
bilgili bir kadına rastlarsanız bilginiz ,
zeki bir kadına rastlarsanız zekanız gelişir.

Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir
ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara ,
gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası ,
manzarası ve hayatıdır..

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..