2/09/2013

seni burada tutan şey, beni şimdi şuradan aşağı atabilir..
“Her şeye yeniden başlamak mümkün değildi. İstesem de mümkün değildi. Nerede kaldığımı unuttuğuma göre, baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi mesela.”
“Ne istiyorlardı senden Selim? Belki sen çok şey istiyordun onlardan. Verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar birşeyler istiyordun. Sonunda kaçıyorlardı. Hayır, sen kaçıyordun. Hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. İnsanı arıyordun canım kardeşim. Bunda utanacak ne vardı?”

2/08/2013

''Korktuğun her olaydan, başına gelmesinden ürktüğün her kötü rastlantıdan kaçınmak için onu ayrıntılarıyla düşünürsün hemen. Ayrıntılarıyla düşünmek şart. Yoksa bir noktayı bile düşünmeyi unutsan o nokta başına gelir. Yalnız yaşayanlar her şeyi hesaba katmak zorundadır. Başka türlü korunamazlar. Başka türlü yaşayamazlar. Allahım neler düşünüyorum! Düşün oğlum Selim.. Düşün ki bunlar başına gelmesin ha-ha. İyi şeyleri düşünmekten kaçın sadece. Onlar başına gelsin. Mesele bu kadar basit işte''
“Mesele çıkmasın diye elinizden geleni yapıyorsunuz!İşte bu ikiyüzlülüğünüze dayanamıyorum!” 


Bu odada oturmaya o kadar alışmışım ki sanki burdan çıkınca gerçek bir dünyada yaşamıyorum.Odanın dışında her yer sanki aynı,sanki bütün insanlar birbirine benziyor.Ne acıklı değil mi?
1 < p < 0

inanç, doğru kurgulanırsa eğer; olasılığı imkansıza yakın olasılıkları bile daha yüksek olasılıklı kılar ve hayalle gerçeğin arasındaki perdeyi saydamlaştırır!


2/07/2013

Kafam cam kiriklariyla dolu doktor! Bu nedenle beynimin her hareketinde dusuncelerim aciyor anliyor musun? Butun hayatim boyunca bu cam kiriklarini beyin zarimin uzerinde tasimak ve onlari oynatmadan son derece hesapli dusunmek zorundayim..

2/05/2013

Kusurdan ûslup yapmak meşrebi

Seninle artik fazla buluşamıyoruz haklısın. Insan kafası hayatındaki iyi, kötü olup bitenlerden zıp zıp.. iki ileri bi geri..
Bak bunu yazarken bile iki geleceğe, bi geçmişe gidip geldim gördün mü? Gittim de geldim mi sanki.Kim bilir aklım nerde. Halbuki amacım seninle olmak. Sadece seninle, burada. Her eşşiz şey gibi o da nadir. Geçen gün aklıma sana ulaşmak icin 'nefes'ime binmek geldi. Hani şu bizi canlı tutan, fakat unutup gittiğimiz içsel rüzgâr. Şu an'a bağlayan tek kablo o aslında. Insan nefesinin sesine, ritmine, azlığına, çokluğuna dikkat etmiyor. Onu varsayıyor.. Halbuki bizi varsayan o. Içine çektiğin tüm duygular ordan giriyor, atık duygular ordan çıkıyor. Nefes de duygu taşıyor.. O trafik sırasında insanın dikkati sağa sola kayıyor tabi (burda yazar sağ/sol derken geçmiş ve gelecekten bahsediyor, ama onlar da 'şu an' lardan olmuyor mu zaten) sonra gün boyu böyle yaptım, nefesimi eğittim. aldıkça.. ve verdikçe.. sonra içsel rüzgarımla (onu böyle cağırıyorum artık) ister istemez bu kadar haşır neşir olunca seninle buluşmuş oldum.
Nefesime tutunup seninle buluştuğum an'lar masal kitabı gibi.Gözlerim kapalı, bedenimin içine girip, kalbimin oraya kıvrıldım ve ritmini dinledim..
Vücudundaki tüm sesleri dinleyebildiğin bir odadan bahsetmişlerdi. Tabut gibi daracık ve sünger kaplıymış, ama sesleri duyunca çok şaşırıyormuşsun, müzik gibiymiş. Hatta belki bundan müzik yapılırmış.. Bi gün mutlaka araştırıp gidicem.
Neyse fazla uzatmayayım, birşey daha düşündüm öyle tek burnum tıkalı nefesler fln almaya çalışırken.. Senin adın hediye! Present! Daha önce bunu hiç düşünmemiştim. Yani 'Şu an'; yani hem şu an hem hediye. nasıl? yine anlatamadım mı? olsun, gülümsüyorsundur belki. Ve sonra bi şiir yazdım:

Madem şu an hediye
Dünde yarında gezinip durmak niye
Şimdi, şu an seni nefesiyle öptü merve.
Bütün da'lar birleşik bak bu şiirde..






Hayatta yalnız yemek yemek kadar kötüsü yoktur!

Geceleri daha zordur kaldırıp bir kaşığı, dudağa taşımak çorbayı. Aklınızda, kalbinizde bulunsun: Karşılıklı lokma yutmak gibisi yoktur.



Çekim yasasını uygulamak zor. Bir de bunu deneyelim, Bırakım yasası. Bırakırsak uçar yasası. Denemesi kolay. İstanbul'da yokuş çok. Biz de bir tür baloncu gibiyiz yani aslında. Düşünce Baloncu..



Gel! cevherin insan tohumundan değil! 
Gamzendeki renk, mumla çıradan değil..
Gizlenme sen öyle öfkeler ardında.
Gizlenme! güzelliğin sıradan değil!..
Her ne istiyorsan kendinde ara!
Senin canının içinde bir can var, o canı ara!
Senin dağının içinde bir hazine var, o hazineyi ara!
Eğer yürüyen dervişi arıyorsan;
Onu senden dışarıda değil,
Kendi nefsinde ara.

Mesnevi / Çev. Abdülbaki Gölpınarlı

''O'nu hristiyanların hacında bulmaya çalıştım , ama orada değildi. Hintlilerin mabedine , eski pagodalara gittim , hiçbirinde en ufak izine rastlayamadım.
Dağları , vadileri gezdim , ne doruklarda ne de derinde bulabildim O'nu. Mekke'ye , Kabe'ye gittim orada da değildi.
Alimlere , filozoflara sordum , idraklerinin ötesindeydi.
derken kalbimin içine baktım... Orada , öylece durmaktaydı... O bulunabilecek başka hiçbir yerde değildi.''





http://www.searates.com/

Deniz, hava, kara ve demir yolu taşımacılığında herşeyi önünüze döken site!







anneler dünü



Anne sen bu satırları okurken, ben içeride uyuyor olacağım...

Sana dün gibi geliyor ya doğduğum gün, merdivenden düştüğüm gün, benime bakıp "anne bak sen" dediğim gün. Bugünü vesile bilip, sana söyleyemediğim, söylemeyi hep unuttuğum şeyleri yazmak istiyorum. 

Anne bence sen çok güzelsin. Yıllar, biz balkondan dünleri uğurlarken döktüğümüz bir tas su kadar. Önce geçmek bilmezler, sonra geçip giderler. Bir kadın için, yıllara meydan okumanın en büyük meydan savaşı olduğunu biliyorum. Ve sen anne, bu savaşın botoxsuz, çivisiz kahramanısın. Hálá o miniminnacık etekleri giydiğin günkü kadar güzelsin. Siyah beyaz resimlerindeki kadar. Babamın seni görüp, "hep onu görsem olur artık" dediği günkü kadar. Bunu sana hiç söylemediğimi fark ettim. Ne kadar güzel olduğunu. 

Anne bence sen insana neşe veriyorsun. Gidip kendime bir ev tuttum. Gönlün hiç razı olmadı ama senin kızın böyle bir kız işte. Sizden sıkıldığımdan değil, ben kendim kız başıma her şeyi yaparımcıyım da ondan. Sonra o evi tutmama rağmen, niye gidip gelip bir bahane bulup sizde kalıyorum biliyor musun? Sabah uyandığımda senin gülen yüzünü öpmek için mutfakta. Senin yüzünü en çok güldürenin, beni gülerken görmek olduğunu bildiğimden.

Anne sen bugüne kadar gördüğüm en çalışkan insansın. Yıllarca erkenden kalktın.sürekli dağılan bir ev, yemek bekleyen iki çocuğun, bir de kocan vardı. O ev bir gün bile, sıcak bir yuva olmaktan uzaklaşmadı. Sonra kızın bi gün (tam da 18 yaşına bastığında) ben Ankara'ya gidiyorum deyince, onun her şeyiyle ilgilendin. Çaldığı şarkılarını dinledin.. Kıyafet diktin. Anne sen sadece kumaşları değil, dağılmayayım diye beni de kendime tutturdun. 

Anne sen bize ne güzel annelik yaptın. Ruhumuzun karanlıklarına çekildiğimizde, o çukura elini atıp bizi el yordamıyla buldun. Seni karanlığa çektiğimizde fosfor gibi parladın. Sesimiz çıkmadığında duydun. Bas bas bağırdığımızda duymadın. Dizlerini, omuzlarını ve ellerini dikenlerimize yastık yaptın. Kendimizle dolup taştık. Sen altımıza tabaktın da ondan taşabildik. Bir gün aç bir ilaç, çaresiz ve yalnız kalmadık. Hep birinin yavrusuyduk. 

Anne seni bugüne kadar kırdığım her an için özür dilerim. Seni kırmak en kolaydı, ondan yapmışımdır. Dilimin ucuna gelen her lafı, sana duyurduğum içindir. Hani insan sinirlendiğinde, eline geçen ilk şeyi fırlatır ya öyle bir şey. Sen hep en yakında durduğun için, her şeyin suçlusu ve her şeyin güçlüsüsün. Bu senin kaderinin bir parçası. Hani biz değil de başka çocukların olsaydı, bu yine olacaktı. Anneden kızlarına geçen annelik tahtı benim olana dek, bu masal böyle sürüp gidecektir. 

O gün geldiğinde en büyük dileğim, senin gibi bir anne olmaktır... Hani cennet ve cehennem buralardaymış ya, cennet sahiden de senin ayaklarının altında. Senle cennetim uzun sürsün anne. Allah sana uzun ömürler versin. 

Bir de hep aklında kalsın diye sona yazıyorum: seni çok seviyorum.



Fabl gibi





Kendimi Balık gibi hissediyorum: Durursam ölücem
Kendimi Kirpi gibi hissediyorum: Sevimli bir yüzüm var ve tüylerim diken diken
Kendimi Koala gibi hissediyorum: Sevdiğim birşey bulduğumda sarılır ve yıllarca öyle kalabilirim.
Kendimi bir Penguen gibi hissediyorum: Diğerlerinden hiçbir farkım yok, çıkardığım sesten başka.
Kendimi Kuş gibi hissediyorum: Küçükken kaçıncı merdivenden atlayacağıma kendim karar verdiğim için.
Kendimi Karınca gibi hissediyorum: Arif Mardin kadar karınca olmak isterdim aslında. Ona altın plaklarla dolu duvarının önünde sormuşlar: Buraya bakınca ne görüyorsunuz? Demiş ki: ''Merdiven, çekiç ve çivi''
Ben henüz kırıntı satıp merdiven alma aşamasındayım.
Kendimi Kedi gibi hissediyorum: Bazen miyavlıyormuşum gibi geliyor. Sevdiğim kucakta yuvarlaklaşma eğilimim var. Ayrıca sobaları anlatamayacağım kadar çok seviyorum.
Kendimi bir böcek gibi hissediyorum: Ne kadar çirkin, o kadar hızlı. Ayrıca sanki fosilim çıksa ben yine canlanırım.
Kendimi Kablumbağa gibi hissediyorum: Bodrum'a taşınsam.. Beyaz kabuklara çekilsem.. Balıkçı arkadaşlarım olsa ve içkiyi çok sevsem.Ayrıca bazen gerçekten de sırtımda mum yakıyorlarmış gibi geliyor.
Kendimi Papağan gibi hissediyorum: Gerçekten, söylediğim laflar benim laflarımmış gibi değil. Ben gaipten duyduğum şeyleri tekrar ederim. Dilim döndüğünce.
Kendimi Kelebek gibi hissediyorum: Biri beni iki kanadımdan Aaa ne güzel şeymiş diye tutsa yemin ederim bi daha kat'iyen uçamam.
Kendimi Balina gibi hissediyorum: Size cüsseme aldırmadan su fışkırtma numarası yapıyormuşum gibi gelebilir.Fakat şunu bilmelisiniz: Ben o sırada nefes alıyorum.
Kendimi ahtapot gibi hissetmiyorum.
Aslan ya da leopar gibi de hissetmiyorum.
Ama Kaplan olabilir. Aynı zamanda hem turuncu hem vahşi olabilirim, herkes kadar.
Kendimi Tavus kuşu gibi hissediyorum: Dikkatli bakarsanız bir renk gösterme çabası içinde perişan olduğumu görürsünüz, Elimdeki bütün kartları da açıyorum farkındaysanız.
Ayrıca at gibi de hissetmek isterdim ama olmuyor. Dört nala değil ritmim benim.daha aksak birşey. Yorgun atı geçerim belki ama, o kadar.
Kendimi filler kadar suyla dolu, köpekler kadar birşeylere bozulmuş hissediyorum.
Kendimi eski, çiçek desenli bir elbiseye sığınmış bukalemun gibi hissediyorum. Hatta o kadarki e.e cummimgs'in şu cümleleri duysam, rüzgarla taa kalbe havalanabilirim: 
I carry your heart
I carry it in my heart
Ve ben bundan böyle karnında yavrusunu taşıyan kanguruyum. Yorgun atı da geçerim.
Üstte benim dışımdaki resim de benim en yakın arkadaşım. O da eşek.



vintage eğlemce'm bugünlerde, ısrarla normal çıkıyorum!

CtiTV apologizes over its Chomsky ‘mistranslations’


CtiTV yesterday apologized for what it described as a “negligent” translation of its interview with Massachusetts Institute of Technology (MIT) professor Noam Chomsky about the ongoing controversy over the movement against media monopolization in Taiwan.
The interview, conducted last week by CtiTV Washington bureau chief John Zang (臧國華), came in the wake of a series of articles in the Chinese-language China Times — part of the Want Want China Times Group (旺旺中時集團) — alleging that Taiwanese graduate student Lin Ting-an (林庭安) had deceived Chomsky by failing to explain the slogan on a placard the professor was photographed holding that denounced “China’s black hands” interfering in local media.
Lin had contacted the 84-year-old Chomsky by e-mail to provide him with background information on the movement and fears of Chinese influence in Taiwanese media before visiting him at MIT. She made the e-mail public last week and said she had explained the situation to Chomsky before the photograph was taken.
As reported by the Taipei Times on Saturday, Chomsky said in an official e-mail response that he did not fully understand the contents of the placard, but denied that he was misled by Lin, blaming the “misunderstanding” on his inability to read Chinese.
In his CtiTV interview with Zang, which was aired on Saturday, Chomsky said he was “misled by my lack of ability to read Chinese,” adding that he could not understand what was on the placard.
“I still don’t know what it says,” he said.
After a narration by Zang, Chomsky then said: “Sometimes it’s a conscious effort to misuse … I found out about such cases so often.”
The comments were not given any context, making it unclear if they were related to the placard, Lin’s approach or any of the sensitive political issues the professor has involved himself with over the decades.
However, Zang tied Chomsky’s remarks firmly to the controversy through a voiceover.
Soon after the interview was aired, people in the movement against media monopolization said that the captions accompanying the segment were also “misleading.”
To prove their point, they then uploaded a video on YouTube with a split screen comparing the translation made by CtiTV on the left-hand side with more accurate captioning on the right.
“Do they think we don’t understand English?” one person said in a Facebook post accompanying a link to the original interview.
In a brief statement on its Web site posted yesterday at about noon, CtiTV apologized for the poor translation of Chomsky’s remarks during the interview and attributed the errors to “negligence.”
It said the segment would be reviewed and improved.
Netizens immediately responded that the apology was inadequate, adding that they strongly doubted the errors were the result of negligent translation, but rather a deliberate attempt to mislead viewers.

Long live English spelling

In English there is often more than one 'correct' way to spell a word, which is grist to the crossword setter's mill.English spelling is a many-splendoured thing, unlike (say) French or Spanish, where official bodies, the Académie française and the Real Académia Española, exist to stamp out heresy. The French Academy was established by Cardinal Richelieu in 1635, fell foul of the French Revolution and was then re-established by the Emperor Napoleon in 1805. Its 40 members for life (the Immortals) are France's official authority on French usage, spelling and grammar.
General de Gaulle saw the French Academy as the cornerstone of what he called 'the world-wide struggle for the French language'. The Spanish Academy is even more imperialist in its linguistic aims. Founded in 1713 and at once given royal approval and the state's active support by Philip V, its purpose is to preserve the purity of the Castilian language, not only in Spain but in the rest of the hispanophone world. It does this via the 21-strong Association of Spanish Language Academies. Cuba's national academy has been a member of this association since 1926 and, whatever their slight political differences may have been, it never occurred to General Franco to expel Fidel's regime from it. Its most recent new member is the United States; the Académia Norteamericana de la Lengua Española joined in 1973.By contrast, British and American lexicography has always been a private sector initiative (Dr Johnson, Webster, the Oxford University Press etc) and, as a result, its impact has been much less prescriptive, which is nice for our crossword world. So I was able to fend off a complaint that the spelling of a solution in Quick crossword No 13,305 (31 December) – SKEAN-DHU for 'Dagger worn as part of Highland dress' – should have been SGIAN DUBH by pointing out that my dictionaries said it could be either. Similarly, I was able to cope when it was asserted (Quick No 13,312, 8 January) that the spelling of SOUBRIQUET for 'Nickname' was wrong and should have been SOBRIQUET. (Be warned, I am also equipped to parry almost any complaint about the spelling of UKULELE.)


Hugh Stephenson





Unutma Merve! Unutma Merve! Unutma Merve!

Açtığın her yaradan, hesap sorar Yaradan..

Unutma Merve!


Bach; Pachelbel's Canon in D Major
















2/04/2013

okusam?

Herkes hayatla nasıl mücadele edilmesi gerektiğinden filan bahsediyor bir yerlerde, oturduğum iskelede denk geldim.. ön yargılarını bırak diyordu kadın adama, ve adam malesef kadının demesiyle bırakamayacak kadar yaşlıydı (35). kendi görecekti. kendi yapacaktı. hata yapacaktı. ve hatasına sahip çıkacaktı, ya da inkar edecekti. çünkü herşeyin böyle olması gerekiyordu, ve aklı bunun için vardı. Sınavdı. Öyle ya da böyle kendi geçecekti. Vicdanıyla kendisi arasındaydı. Ve nasıl hesap vermesi gerektiğini de sonra kendisi muhakeme edecekti.. bütün bunları anlatmak istedim.
herkes kişisel gelişimden, inancın nasıl olması gerektiğinden, dünyanın hoşgörü üzerine kurulduğundan, insanın kendini sevmesi, sonra karşısındaki nasıl sevmesi sonra neye ne kadar neden değer vermesi gerektiğinden fln bahsediyor.., doğruluk, edep, dün, bugün,yarın..derken..

Ferrari'sini satan bilgeyi okusam, savaşmadan kazanabilir miyim?

Özür dilerim..

Toprağa verilince ilk kayıp
 Anladım ki yaşarken
 Kıymet bilmemek ayıp
Hepimizin son evi bir çukur
Hepimizin son gökyüzü toprak
Hepimizin son yemeği yağmur
Kendi kendime dedim ki:
Dedem gibi ellerindekini ver.. 
Çimentodan yapılmış binanı
Kağıttan yapılmış paranı
çelikten yapılmış arabanı
Onlar seni ancak çimentonun, çeliğin, kağıdın mutlu ettiği kadar mutlu eder.
Dedem gibi kafandakileri ver... 
Ver ki büyütsünler, ver ki hak etsinler. Dedemin büyük bir projesi vardı. Türkiye şöyle olsun projesi.. Anlatmak uzun sürer. O aslında Ecevit'e anlatacaktı ama yol boyunca anlatmadığı kalmadı. Rakı bardakları da bilir, otobüsler de. O giderken anlatacağını unuttu. Biz hatırladık..
Dedem gibi kalbindekini ver.. 
Sevgini, onu anlatmayı, affetmeyi, mutlu etmemeyi, böbürlenmemeyi,
nezaketi, güldürmeyi, kalbini attıran her şeyi ver. O sadece sende atan ritmi ver, herkes dans eder..
Dedem yaşarken fötr şapkasıyla ayakkabı boyacısından herkesi selamlardı.
Giderken de herkes onu selamladı.
Hepimiz bir gün bu büyük alışveriş merkezinden çıkıyoruz.
Bu sefer o öten aletten çıkarken geçiyoruz.
Ve bu sefer herşeyimizi bırakıp..Kesici aletleri, torbaları, anahtarları ve dostları bırakıp..
İnsan son bir kez yanında kim var, ellerini kim tutuyor diye bakıyor..
Işık dolu gülüyoruz, kapıdan geçip gidiyoruz.
Ya da bu hep böyle gidecek sanıyoruz..
Toğrağa verilince ilk kayıp..
Anladım ki, yaşarken kıymet bilmemek ayıp..

Merve topu at! Tutunca kalmaz keder! Yakartop olduğunu unutalım bu sefer!



bugün, sığırcıkların göçü

Fotoğrafları çekmeme yardımcı olan arkadaşıma yine teşekkürler, yıllardır hep yanımdaydı. Bugün, doğum gününde ben de onun yanındayım, kuşları hediye ediyorum ona.. bi daha çok uzun yıllar göremeyeceği birşey gördü çünkü.. hiçbir kamera insan gözünden daha iyi tasarlanmadığı için buraya havada çizdikleri şekilleri hakkıyla yansıtamadım tabii. neyse,.. işte kuşlar böyle dans ederek göçer...

edit: babam düzeltti, kırlangıç değil sığırcıkmış bunlar. ben gözümle ayıramıyorum, o resimden düzeltti.
























Önce kendime şimdi sana soruyorum. Sen kendine sor diye soruyorum.Sevdiğin adamı/kadını ayrılık acısına dayanamadığın için hafızandan sildirsen, onunla karşılaştığında ona yine aşık olur muydun? Onunla yaşanmış bir aşkın best of pişmanlık kasetini dinlesen, yine o aşkı yaşar mıydın? Cevabını bildiğin soruları sormak adettendir. 
Ne diyordu reklamda? Kirlenmek güzeldir!

delilerden sen anlarsın:)




Hayat kısa, sen hala..

Ona küs, buna gücen, şunu unutma, bunu silme.. Merak etme, hayat koca bir silgiyle bütün bu vesveselerini ve seni siliverecek. O zaman içinde yazılı, okudukça içini acıtan bütün o satırlar da, vakti zamanında hücrelerini morarttıklarıyla kalakalacak. Erteleyebildiğin her şeyi erteleyebildiğin kadar ertele. Günleri gelmeyecek. Diyeceksin ki şu çocuklar bir büyüsün. Diyeceksin ki şu dönem bir geçsin.Diyeceksin ki dur bakalım..

Hayat bu dille konuşmaz halbuki, o hep der ki: hadi çocuklar büyümeden, bu dönem geçmeden, durup bakmadan. Ağzında geveleyip durduğun bir sürü şeyi çıkarmadın. Şişti, şişti, şişti yanakların. Bakınca görülüyor suratındaki o şişik ifade. Çıkarmadığın şeyler, sevgi sözcükleri, itiraflar, kırmak ya da kırmamak için tuttuğun bütün o cam kırıkları hayat bittiğinde dökülüverecek rahatlayan çenenden ama sessiz. Yani kimse duymayacak onları yine yazık. Çıkarsaydın görürdün, dünya laflarla sona ermez. Değişir en fazla. Ona bakmıyorsun, nefesine bakmıyorsun. Bir hayaline bile dönüp bakmıyorsun.Onları 'renkli şeyler' diye ayırmışsın. Hep siyahları yıkıyorsun, hep beyazları.Siyah beyaz oldun.

Burnun duruyorken kokla, ağzın duruyorken öp, elin duruyorken alkışla..

Yok bilmem kim ne der, ne buyurur! Halbuki hayat, insanları düşürdüğü gibi rahme, tek tek alıyor geriye. Başkaları başka'dır adı üstünde. Onlar senin ne içini bilirler, ne düşünü. Onlar yok ki, sen düşünmezsen. Bir tek sen varsın, bir bilsen.. Komşu bir penceredir. Başkaları on beş dakika dedikodudur en fazla. Hayat bir pencereden görülemeyecek kadar büyük, ve kısa da olsa on beş dakikadan uzundur canım...

Kendinde kusur arıyorsun.. Başkalarında kusur arıyorsun. Herkeste kusur var zaten. Kusur arama, kusuru azaltmayı ara. eşsizi ara, biricik olanı ara.. kusuru olsa da ara. O hayatın bittiğinde o da senin kadar ödülleniyor merak etme. Diyor ki: ''Sen hep doğru şeyi aradın''. Bulmaktan bile mühimdir bu..

Hep diyorsun, hep aynı. Güneş bir aşağı , bir yukarı. Mevsimler yan yana dört tane. Saat yuvarlak, yirmidört kere döner.Evet, onlar arkanda ve hep aynı şeyi yaparlar. Ama sandığın kadar uzun süre yapmayacaklar bu dansı.Bunu yapıyorlar ki sen üzerine doğaçla diye. Kendi dansını bul, melodini tuttur, sözünü söyle.. Sırf sen onları yap diye dönüp duruyor zavallıcıklar.. Sana bunu bir türlü anlatamadılar..

Oyunun sonunda 'don'dediklerinde ellerini kaldır, bedenin çıplak olsun. Hiç bir şeyini sürüklememiş, biriktirmemiş ol. Yüzünde gülümsemen olsun, 'seni alt ettim bak!gülümsememi sonuna kadar tuttum işte'..






Yarınla bugün; Ulan Batur'la Tokyo kadar benziyor birbirine ancak.. ama biz güçsüz hayal gücümüzle geleceği bugün gibi bir şey sanmaya devam ediyoruz.. Hangimizin bugünü geçmişinin biraz değişiği???

Buyrun her günkü falınız:
Üç vakte kadar süprizler içindesiniz!


Kalan Krallığı Masalı

Bir varmış, bir yokmuş ...
Kendinden sıkılıp duran insanların yaşadığı, hergün aynı şeyi yapıp durdugu bir ulke varmis. Adı Dünya'ymis. Buranin krali ise Giden'miş.. kaçıncı giden.
Giden her yaz parmagini dergi sayfalarinda gezdirir, en gunesli en palmiyeli adada durdurur ve 'Iste burasi' der gidermis. Bunu sirf giderken 'hayatimdaki yeni sayfa', donerken de 'o sayfayi kapattim' demek icin yaparmis.. Esprituelmis yani. Esprituelmis cunku rahat ve neseli keten pantolonlar gibi pufur pufurmus ruhu.. Tek derdi kardesi Kalan'in mutsuzluguymus, Kalan'a ise derdi sorulunca mutsuzlugunun Giden'den kaynaklandigini soylermis.. Giden'in teni altin rengi, saclari parlak, sanki kendini zor tutan bir gulusu varmis. Gozlerinde Japon cizgi filmlerindeki gibi bir isik cizgisi sanki bir yelkenli gibi derinlere yol alirmis. Giden'in agzi cok buyukmus yiyip icmekten; gezip anlatmaktan.. Kalan'in da kulaklari.. Giden'in gidisini duymaktan, anlatilanlari dinleyip durmaktan ve onu iten ruzgarlari kesmeye calismaktan..
Kalan bir gece ruyasinda Giden'in gittigi adayi gormus. Giden sahillerde kosup duruyor, palmiyelerin altinda margaritasini yudumluyormus.. Uyaninca Kalan, Giden'in ulkenin meydanindaki Hepburda heykeline bir bildiri asmis...:
''Sevgili Kalan Halki,
Sadece kralinin giden oldugu bir ulkenin halkina Giden halki degil, Kalan halki olarak seslenmek isterim. Giden bizi burda kendimizle birakip nereye gider? Bizim burda birbirimize baka baka aklimiza gelmeyen, ruhumuza gelmeyen, uzerimize gelmeyen seyleri mi bulmaya gider? O nerde? kimler var orda ve ne var orda? Simdi hepinizi benimle Giden'i bulup hukmune son vermeye cagiriyorum. Asıl kral Kalan olmalidir diyorsaniz yarin gun agarmadan ulkenin Liman'inda olunuz..''
Liman da limon seklindeymis.. bu limon; denizcilerin saclarina sekil verir, mektuplarin gun isiginda gercek kelimelerini bulur, Giden'in cok sevdigi karides salatasina sıkılır, Kalan'ınsa gözüne kacip yaşartırmış..
Sabaha karsi limanda butun Giden halki, ki onlara artik Kalan halki da diyebiliriz, toplanmis. Gece boyunca kafalarinda tarttiklari Giden'in kendisi degil, giden olmasiymis. Insan evinden giden istenmeyen bir misafire bile 'kal' dermis cunku. Giden hep gittigi icin; kendilerini yeni sularda yikanmakla mesgulken hayal eden bu insanlar; hep ayni sularda sert sabunlarla sabunlanirken bulmuslar. Sonra da oybirligiyle Kalan'i yeni kral secmisler, Giden'in de doner donmez cezalandirilmasina karar vermisler..İşe de Hepburda heykelini yıkmakla başlamışlar..

Gidilen liman hep limon.

Bu masal da burda basa doner ve kendini tekrar eder. Ta ki uyuyana kadar..

Tatli ruyalar.

02:53

Uluorta dans eden,
annesi güne götürdüğünde çekinmeden lambada yapan,
hayatın düzeni ve dayattıkları hoşuna gitmediğinde herkesin ortasında hüngür hüngür ağlayan,
sevmediği insanları sever gibi, sevdiklerini sevmez gibi yapmak zorunda olmayan,
yuvadan birine platonik aşık olan,
'o benim olsun'suz aşkını devam ettiren,
'buradan gidelim' diyen,
kolayca gülüveren, hem de karnından bir yerden,
kimse bunu boya dememişken boya yapan,
saatlerce tek başına oyunlar kurup bozan,
babasına aşık,
bilek güreşinde yalandan yendiğini bilse de, en güçlü olduğuna kendisini inandiran,
koşarken düşmekten korkmadan koşan,
düştükten sonraki kan-tentürdiyot-gözyaşı-kabuk karesini unutup ertesi gün daha hızlı koşan,
kusurlarını da marifetlerini de kendine saklamayan,
basit sevgi dolu bir rutinden başka birşey istemeyen,
neden neden neden diye hep laf olsun diye soran,
aslında nedensiz birşey yapmaya çoktan razı olan,
iştahı yokken dikkati dağıtılıp beslenen,
Ayı, güneşi, yıldızları alt yazısız seyreden,
Gök gürültüsünden korkan,
şu çerçevedeki çocuk gibi olmak istiyorum..
.. ben de bunları yazan, yağmurdan mı, gök gürültüsünden mi, çocuktan mı hayattan mı nem kaptığı belli olmayan..


IÇIMDEKILER

Teşekkür ... s.3
Giriş ... s.5
Aşk ... s.3
Mutluluk ...s.7
Huzur ... s.10
Sevgi ... s.12
Nefret ... s.16
Hırs ... s.18
Neşe ...s.22
Öfke ...s.33
Umut ... s.37
Hayal kırıklıği ...s.39
Beklentiler ...s.42
Güven ...s.49
Güvensizlik ...s.51
Güç ...s.55
Zayıflık ...s.57
Kibir ...s.66
Acıma ...s.3
Tutku ...s.73
Uretme isteği ...s.77
Yok etme isteği ...s.79
Bilgi ...s.84
Cehalet... s.87
Sabır ...s.95
Acelecilik ...s.3
Çekingenlik ...s.97
Utanç ...s.102
Girişkenlik ...s.107
Edepsizlik ...s.110
Isyankarlık ...s.132
Teslimiyet ...s.135
Tembellik ...s.135
Çalışkanlık ...s.184
Yalan ...s.189
Doğru ...s.190
Sıkıntı ... s.193
Masal ...s.251
Hep bana isteği ...s.276
Açgözlülük ...s.287
Şımarıklık ...s.295
Tevazu ...s.303
Kabalık ...s.312
Nezaket ...s.322
Umursamazlık ...S.325
Insanlık ...s.1297
Hayvanlık ...s.1305
Sadakat ...s.1316
Sadakatsizlik ...s.1325
Inat ...s.1333
Vefa ...s.1342
Basit olan ...s.1392
Karmaşık olan ...s.1395
Dert ...s.1397
Deva ...s.1399
Şehvet ...s.1401
Komik ...s.1403
Paranoya ...s.1405
Takıntılar ...s.1407
Hayat ...s.1500



www.kirildim.com


Çünkü eğilip bükülemiyorum.. Aziz

Babamın bu dert dünyasında beni yalnız bırakmasına kırıldım... Mesut

Kırıldım çünkü kıracak birşeyim kalmadı... Barış

Eşcinselim dedim kırıldım... Lütfü

Elimi bıraktı, herkes yoluna dedi... Selim

Kendime kırıldım, kalbime. Beni nasıl mutl edeceğini bile bile acılara gark etmesine... Hale

Zincirlerim kırılmadı ben kırıldım... Ezgi

Inceliğimden kırıldım... Oğuzhan

Kırmaktan korktukça kırıldım... Nilgün

Bu kadar küskün, isteksiz olmaya kırıldım ... Şebnem

Minicik bir tebessümün masumiyeti unutulduğu için kırıldım... Edward

Duymadı, görmedi, gelmedi. Kırıldım... Ela

Beni bilmezmisş gibi davrandılar, kırdılar... Hatice

Yaptığım yüzünden onu çok kıracağım için kendime kırıldım... Mevsim

Eskiyi arıyorum, bulamadığım için çok kırıldım...Ender

Hayallerim gerçek oldu, hayallerime kırıldım ... Ufuk

Sessizliği korkaklık, hoşgörüyü cehalet ve pazarlık olarak gördüğünüzü fark ettiğimde hepinize çok kırıldım... Merve 

Peki sen niye kırıldın?